İnat günümüzde insanların çoğunlukla önüne geçemediği negatif duygulardır.
Yaşama dair amaçlarımızı başarıya taşımadaki mücadelemizde makul inada elbette sözümüz yoktur.
Hatta inat dediğimiz duyguyu amaçlarımızı başarıya taşımada makul çizgide kullanmak elzemdir de diyebiliriz.
Burada anlatmaya çalıştığım inat amaca ve hayra hizmet etmeyen, hatta hayatı çekilmez kılan, sayısızca soruna yol açan inattır.
Bir inat yüzünden sona eren evlilikler, kavgalar, cinayetler, küskünlükler, kazalar, iflaslar, ölümler, hastalıklar, ekonomik kayıplar gibi daha onlarca vaka inat yüzünden meydana gelmektedir.
İnat deyip de geçmeyin! İnat ülkeyi yönetmeye talip siyasi partiler arasında zıtlaşmaya kutuplaşmaya yol açtığında ülkenin, dolayısıyla halkın karşılaşacağı olumsuz olayları yazsam, bunun gibi yüz tane köşe yazısı yetmez… Nitekim 12 Eylül öncesi partilerin inatla çekişmeleri ülkeyi kaosa sürükledi, bu durumdan Amerika ülkemizde darbe yaptırarak yararlandı, ancak ülkemiz 50 yıl geri gitti.
İnat en çok şeytanın, birde cahilin hoşuna gider… Yani inat baldan tatlıdır… İnat nefsimize çok hoş gelir. Terbiye edemediğimiz nefsimiz inattan beslenir, bu enerjiyle gücünü daha da artırarak bize olmadık hatalar yaptırır. Bir anlamda kontrol dışı kalan inat yaşam koordinasyonumuzun kotlarını, bir başka deyişle formatını bozar, bu durum ise durup düşünme ve meseleleri tahlil etme refleksimizi dumura uğratır.
Düşünme melekelerimize adeta bir virüs gibi sirayet eden inat… Ruh, gönül, akıl, kalp zincirinin sağlıklı düşünme evrelerinin bir nevi sigortasını attırarak, yani aralarındaki güzel hasletlerin koordinasyonunu bozarak, olumsuz sonuçlara yol açar.
Herkeste nefis, her nefis ise inadı sevdiğine göre ne yapacağız bu inadı?
İnadın panzehri nefsi terbiye etmektir! Nefsi terbiye edip kibrin önünü alırsak inatla baş etmek daha kolaydır.
Nefsi nasıl terbiye edeceğiz? Önce düşünmeyi öğrenerek! Denebilir ki ne yani, biz düşünmeyi bilmiyor muyuz? Evet… Çoğunlukla bilmiyoruz! Yani bizim yerimize başkaları düşünüyor… Biz daha çok hazır düşünceleri kullanıyoruz.
Hazır düşünceler kullanıldığı için düşünürler azalmış, her şeyin hazırını kullanmak insanlara kolaycılığı, kolaycılık ise hazır alıcılığı yaşam biçimi haline getirmiştir.
Bu durum ise araştırma ve algılama güdüsünde onarılması güç kayıplara yol açmaktadır.
Hani bir reklam vardı: Tamek ise koy sepete… Oysa biz filtre etmeden başkalarının sepetimize koymasına izin verdiğimiz bilgilerin alıcısı olursak, o zaman ileri evrede biz biz olmayız ki… Başkalarının alıcısı oluruz. Yani sepet oluruz.
Hâlbuki biz biziz. Kimsenin sepeti değil! Başkalarının sepeti olursak yöneten değil, yönetilen oluruz.
Esasen bizim bireyler olarak da, ülke olarak da yöneten olma vaktimiz çoktan geldi de geçiyor.
Önce ne yapalım? Siyasi partiler inadı bıraksınlar, mevzu vatan ise gerisi teferruat deyip ülke için birlik beraberlik içerisinde olsunlar.
Biz bireylere gelince… İnadı bırakalım dostlar… İnatla öfkelerimizi, dargınlıklarımızı, küskünlüklerimizi sürdürmeyelim. Yunus’un dediği gibi: Gelin tanış olalım, zoru kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz