Şu üç ayeti kerimeyi tek tek okuyup anlamaya çalıştığımızda dine bağlılığın temel şartı sağlam bir imanla olduğu görülmektedir. Şimdi bu ayetleri tek tek okuyalım ve anlamaya çalışalım.
“Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ve icabet edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.(Ahkaf,31)
Bir toplumun, bir kurumun, bir grubun boyasını alabilmek, oraya tabi olarak, oranın anlayışını, inanışını benimsemek gönülden yapmakla, inanmakla olur. Yine Rabbimizin ifadesiyle Allah’ın boyası (Bakara S.138) ile boyanabilmek/bezenebilmek için o yolun yolcusu, o makamın mensubu olmak gerekir. Davetçinin davetine uymak, istenilenleri yerine getirmekle olur. Varlığımız buradayım der, anlayışımız, inancımız yaşantımız başka âlemler deyim derse o kapının kulu olamayız. Allah’ın kulu olabilmenin yolu da önce çağrıya icabet, sonra sağlam bir inanç, bağışlanma ve azaptan azat olmadır.
Sadece iman etmenin yeterli olmadığını, imanı destekleyen fiillerin, amellerin olması Allah ve Resulünün hoşnutluğunun ancak öyle kazanılacağını şu ayetler bizlere öğretmektedir.
“Ta ki Ey Müminler! Allah ve Resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam (Allah’ı ) tesbih edesiniz.(Fetih,9)
Rabbimiz yine başka bir ayette, siz Allah’ın dinine yardım ederseniz (Muhammed Suresi 7) Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kayıp düşmekten alıkoyar. Peki, Allah’ın yardıma ihtiyacı mı vardır? Asla! Allah bu dini yine ona itaat eden, çağrısına kulak veren hakiki Müslümanların gayret ve çabalarıyla payidar eyler. Kullar her yaptığı işi ve ameli ancak kendisi için yapmış olur. Ancak Allah’ın hoşuna giden bir kulluk O’un katın da anlam ve değer kazanır.
Şöyle bir parantezle bu günün İslam dünyasını yani kendimizi bir çek edelim. İnancın zayıflığı, amellerin eksikliği ve ahlaki duruşun diplere inişi bizleri her halimizle teşhir etmekte ortaya çıkarmaktadır. Parça parça olmuşluğumuz, dürüstlük ve doğruluk kavramlarının zedelenmişliği, ticari ahlakımız, gayretten uzak, tembelliğimiz, hak etmeden elde etmek ve daha fazlasını almak için olan gayri ahlaki/dini çabalarımız, bütün bunlar fotoğrafın bütününü göstermektedir. Bu durumda ve bu vasıflarda davete icabet ettik ve inandık desek yeterli olur mu? Allah’ın dinini yüceltmek için gayret ediyoruz çalışıyoruz desek de yeterli değildir.
Çünkü Rabbimiz bizim her birimizin gayretini, inancını, dürüstlüğünü görmek istiyor. Ama toplumda oluşan bir anlayış ve hak etmeden elde etme duygu ve isteği bu saydığımız güzel hasletlerin hepsini adeta yok edip gidiyor. Tabi bu anlayışa, bunlara onlarca somut örnek her birimizin zihninde mevcuttur. Yeni yetişen nesillerde aynı anlayışla yetişince Allah’ın değerlerine, sembollerine saygı duymak, onları önemsemek, O’nu akşam sabah anmak ve O’ndan güç almak gibi birçok önemli mümin vasfı zayıflamış oluyor.
Yeniden hayatın gayesi gözden geçirilmelidir. Kur’an ayetlerinin bu kadar canlı ve diri olduğu halde bunu anlayamamak ya da hayatımıza taşıyamamak imanımızın zayıflığı, irademizin iflası, kurmayı arzuladığımız dünyanın kurulmadan enkazı demektir.
Bütün gayretlerimizle, Allah’ın rahmetinden hiç ümit kesmeden (Yusuf S.87) yeniden dirilişi, ahlaki değerleri yeniden baş tacı yapmayı çocuklarımızı da aynı şekilde yetiştirmeyi en büyük sorumluluk olarak bilmek yolumuzu mutlaka açacaktır
Ayetlerin ışığında, peygamberin sünneti seniyesinin iz düşümünde bir yol yürümek asla zor değildir.
İslam ümmeti tek vücut olması, yıkılan hayalleri, kaybolan değerleri, ihya edilmek istenen dünyayı kurmak için, kuvvetli bir iman gerekir. Buna da sadece Allah’a samimi bir kulluk ve en büyük değerimiz olan ahlaki değerlere geri dönerek ulaşılacaktır.