Sinema ile T.C.Ziraat Bankasinin oldugu yerdeki yazlik sinemada Turan Seyfioglu’ nun bir filmi ile tanistim. Komsumuz Arap Dede’nin oglu Hamdi ve Sebahattin Abiler akranim olan Hacibey ile birlikte götürmüstü yazlik sinemaya. Perde (ara) den sonra uyudugum, filmin sonunda uyandigim hatiramda kalanlar.
Sait Dayim ile anneannemlere gidisimizde Yali Kahvesi’ndeki kislik sinemanin önünden geçerken disariya akseden sesleri hatirliyorum. Sonraki günlerde Belediye Caddesindeki karakolun yani, simdiki Akbank’in oldugu yerde Yeni Sinema günleri basladi. Daha sahil yolu geçmemisti. Denizin dalgali günlerinde sinema da dahil Hüsrev Yürür’ün findik fabrikasina kadar duvarlari dövüyordu dalgalar. Sinema girisi Belediye Caddesi tarafinda, çikislar ise karakol ile sinema arasinda simdi yol olan bos arsaya; iki kanatli iki dev ahsap kapidan yapilirdi.
Giriste küçük fuayeden localara, sol ve sag taraftan salona girilirdi. Sol taraftan sag ve soldaki balkonlara çikilirdi. Ortada makine dairesi vardi. Ilk zamanlarda Makinist Fatalis’in Nihat’ti. Sonraki yillarda Arap Ansa’(Ayse)nin Kör Mehmet’i makinist oldu. Arap Ansa Tepeden komsumuz ayni zamanda da babaannemin de dostuydu. Oglu Mehmet ile çok gururlanir, çok sever ve onu cani pahasina hep korurdu.
Sinemanin tutkunlari matineye girememisse, deniz tarafindaki duvar dibinden sesleri dinlemek ile yetinirlerdi. Yeni Sinema’nin efsane adami Hamza Dayi; asabi bir kisilige sahip ve sinif arkadasim Nuran Ates’in de babasiydi. Elektrikler kesildiginde yedekteki jeneratörün; çalismayacagim diye inadi bir tuttu mu onu Hamza Dayidan baskasi da çalistiramazdi. Hafta içi gösterimlerde balkonlar aileye, salon bekarlara ayrilmisti. Selda Alkor ve Kartal Tibet’in Senede Bir Gün Filmi’ni koltuklu düzende seyrettim.
Bazi çarsambalar ve her cumartesi ögrenciye, pazar günleri bayanlara matine olurdu. Bayanlarin mantolarinin eteklerinden tutarak sinemaya girmek uyanikligina Hamza Dayi müsaade etmezdi. Ancak gerçek yegenler ve tanidik çocuklari ile evlatlar faydalanirdi bu geçislerden.
Çiplak gözle mi gördüm, yoksa fotograflardan mi, tam ayiramiyorum; Kadilar Yokusu’nun dibinde Firinci Mahmut Amcalarin Konaklari vardi. Önündeki bahçede mandalina ve meyve agaçlari ile üzeri demir kafesli ve beyaz tasli bir kuyu hatirliyorum. Iste o güzelim bahçeye ve Konagin tam önüne Kislik ve yazlik Konak Sinemasi insa edildi. Yan taraflari yazin açilir serin bir yazlik sinema olurdu. Samsun’dan mühendisler yapmisti planini ve hesaplarini. Çatisi ahsap kafes sistem yapilmisti. Bir ögle yemeginden okula dönüsümüzde yapilmakta olan çatiya çiktik. Sari çam agaçlari budaksiz ve piril pirillardi. Çürümeye karsi ilaçlanmamisti daha. Bu kadar büyük açikliga sahip tek çatiydi Ünye ve yöresinde.
Kadilar Yokusu Sokagi’ndan 3 ile 5 basamak ile ulasilan giris düzlügünün saginda solunda iki adet bilet gisesi vardi. Büyük fuaye alt salonu, birbirinden 14 adet loca ayiriyordu. Localarin sag ve solundan salona giren iki rahat ve genis tünel mevcuttu. Yine fuayenin sag ve solundan sik ve görkemli merdivenler ile; bes siradan olusan alt balkon ile üç bloga bölünmüs üst balkona çikiliyordu.
Basamak sistemli balkondan film seyri çok keyifliydi. Konak Sinemasi Samsun sinemalarindan sonra Karadeniz’de hakli bir üne sahipti. Hem yapi olarak, hem de Samsun sinemalari ile es zamanli gösterimleri ile.
Okullarin yil sonu etkinlikleri de Konak Sinemasi’nda yapilirdi. Müzik etkinliklerinde Ünyeli esraftan da sazlar konusunda yardim alinirdi.
Bu isimlerin basinda kanunu ile Lütfü Küçükoglu, ud Hasan Tarhan ve tamburu ile de Sefik Yilmazoglu solistlere eslik ediyor, yol gösteriyordu. Yasar Karaduman’in “Lizaya 17. Mektup” isimli siirini tamburun derinden gelen fon nagmeleri arasinda okumaya basladigimda koltuklarin üzerine bir metre bulut kaplamisti sanki, nice zaman sonra fark ettim Kaymakami, jandarma komutanini, annemi, babami ve de tanidiklari…. okuyup bitirdigimde sanki hiçkiriktan bogulacaktim. Kendimi kulise zor attim, kuliste beni sefkat duygulari ile karsilayip derin sevdami ilk anlayan Bosnak Lütfü olmustu…
Konak sinemasinin böyle güzel bir anisi da var bende.
O zamanlar Ordu Vilayeti’nde Millet Sinemasi Fidangör’ün gözbebegi idi. Simdilerde mobilyaci ve manav olarak hizmet veriyor. Güzel salondu. Sahildeki camiden vilayete çikan yol üzerinde sonradan Belediye Karadeniz Tiyatrosu olacak kislik sinemasi yikilmis ve mini bir park, nefeslenme yeri olmustu. Ordu Sinemasi, Ünye Konak Sinemasi’nin söhretli yillarindan sonra Ordu’nun gururu oldu. O da sinema olarak tasarlanmisti. Dogruyu söylemek gerekirse güzel bir salondu. Ünye’nin sosyal ve kültürel hayatinin Ordu’yu geçtigi yillardan sonra Ordulularin gururu oldu. Geçtigimiz yil yikilarak yerine apartman dikildi.
Cumartesi ögrenci ve pazar matineleri devam etti. Konak sinemasinda. Hamza Dayi yaslanmisti artik yerine Ömer Atas efsanesi geldi. Salonda gizliden içilen sigaranin dumanini kovalardi. Hakliligina ses çikarmaz ancak asiri kahramanliklarini da üslubumuzca alkislardik. Biz liseliler salonun asagiya egimli bölümünün sol tarafinda otururduk.’’Bu ince bir noktaydi.’’
Suarelerde balkonun sag blogunda aile, orta ve sol blogunda bekarlar oturuyordu. Sol blok doldu mu aile ye yer bitmis oluyordu. Üniversiteli oldugumuz yilin yazinda kizli erkekli, kiz kardesli 05.30 matinesinde aile yeri kalmadi ifadesi üzerine Ferhan’in önerisi Mustafa’nin kararliligi ile orta bloktan iki sira yer alarak çok keyifli ve huzurlu bir film seyrettik; es ve çocuklari yaninda olmayan hemserilerimiz ile birlikte... Böylece bir tabu da yikilmis oldu.
Konak Sinemasi’nin efsane makinisti Yilmaz Okumus tur. Sonraki yillarda çiragi olan ve sonraki senelerde “Makinist Mehmet “ diye anilan dördüzlerin Mehmet oldu.
Sinemanin bizim kusak üzerindeki sanatsal, kültürel ve görsel gelismislikteki etkileri yadsinamaz.
Ne günlerdi, dostum /hiç bitmez sanirdik/ne günlerdi, ne günlerdi onlar…