HEYCANLI BIR 'PITIK' (MISKET) ANISI...
Çocuklugumuzun vazgeçilmez oyunuydu pitik (misket, bilye, gazoz, cicili… Siz her ne diyorsaniz.)
Mahallede oynadigimiz bu oyunu daha fazla kisiyle oynama sansini yakalamak için Ünye Cumhuriyet Meydani’ndaki eski Adliye’nin önündeki sert toprak zemine kadar tasirdik.
1970'li yillarin sonlari. Adliye’nin önü tam bir curcuna. Çocuk kayniyor toprak alan.
Cebinde pitigi olan, kendi disine göre rakip arar, rakibin elindeki son pitigi alana kadar da mücadele ederdi.
O zamanlar, genelde ‘Kurma’ dedigimiz oyun seklini oynardik; herkes kendi tarafinda yere belirli araliklarla pitik koyar, daha sonra yere iki çizgi çekilir.
‘EMEN’ DENILEN BU ÇIZGIYE AYAKTA PITIKLAR ATILIR. ÜST ÇIZGIYE KIM DAHA YAKIN ATARSA OYUNA BASLAMA ÖNCELIGINI O ELE GEÇIRMIS OLURDU.
Herkesin kendi renk zevkine göre belirledigi bir ‘El Pitigi’ olurdu. Daima oyun boyunca bu pitigi kullanirdi. Daha sonralari ‘Bas’ ve ‘Amerikan Oyun’ çesitleri de çikti. Ben o oyun biçimlerini hiç sevmedim. Çok pitikla oynan bir oyundu. Bir anda pitiklarinin tümünü kaybetme tehliken vardi.
Ama ‘Kurma Oyunu’ öyle degildi. Bir de uzun süre mücadele etmen gerekirdi kazanmak için. Yere çöker, elin yerde olacak sekilde kurdugun pitigi hedef alarak atardin. Bu oyun saatlerce sürebilirdi. Rakibin son bir pitigi kalirsa, onun yerine pitiklari yere sen kurar, kazanirsan rakibin elindeki son pitigi almayi da hak ederdin.
BIR ÖGLE SONRASI ADLIYENIN ÖNÜNDE SOLUGU ALDIM. CEBIMDE AZ DENECEK SAYIDA PITIK VARDI.
Yani biraz zayif rakip bulup pitiklari çogaltmam lazimdi. Birkaç oyun oynadim. Hatiri sayilir sekilde de pitiklarimi çogalttim. Yürüdükçe cebimde singir singir ediyordu pitiklar. Her renk vardi.
Çok mutluydum. Ama biraz sonra basima gelecek seylerden habersizdim…
Bendeki pitiklari gören benden yasça büyük, baska mahalleden bir arkadas beni gözüne kestirmis olacak ki hemen oyun teklif etti. Kabul ettim ben de… Aksam olmasina da bir saat ya var ya yok.
Biz basladik oyuna…. Bir o kazaniyor, bir ben kazaniyorum. Oyuniyice kizisti. Benim sansim yaver gitmeye basladi. Arkadasa darbe üstüne darbe vuruyorum. Arkadas da biraz agresif ve kavgaci bir tip. Yenildikçe sinirlenen biri.
Aksam karanligi çöktü…
Ben bunu bayagi bir üttüm. Artik Adliye’nin önündeki aydinlatma direginin solgun isiginda oyuna devam etmeye basladik. Adliye önünde kimse kalmamisti. Kirkpinar’in yenisemeyen iki pehlivani gibi çarpisiyorduk. Elinde kalan son pitiga kadar aldim ben bunun pitiklarini... Aksam oldugunu söyleyerek, “eve gidecegim ben” dedim.
KAYBEDINCE, YAVASTAN KAVGACI YANINI GÖSTERMEYE BASLADI BU AKSI ARKADAS.
“Elligime kur!” dedi sinirlice, “bu oyunu da alirsan gidersin!” Kurdum ‘Elligine’ bunun, ister istemez. Bu oyunu o kazaninca elligini kurtardi. Benim moralim bozuldu bu sefer… Pes pese kaybetmeye basladim. Solgun isik altinda pitiklari zar zor görüyoruz. Meydanda da kimse kalmadi artik. Arkadasin kaybettigi pitiklari almadan gitmeye de hiç niyeti yok. Anaaa! Aldik mi lan basimiza bir bela!
Neyse, ben taktik yapip, biraz gevsekten almaya basladim oyunu. Bu, kaybettigi bütün pitiklari geri kazanana kadar oyun böyle devam etti. Kaybettigi pitiklari geri alan bu arkadasin sinirleri de çok sükür yatisti biraz.
Kaybettigi pitiklari geri kazaninca, oyunu birakma teklifimi kabul eden bu agresif arkadastan ayrilip, siide siide Hamidiye’nin rampasina dayandim.
Ay gidi ayy! Yokusu çiktikça cebimde kalan pitiklar da ne güzel sikirdiyordu!
Bundan sonra benden büyük kisilerle pitik oynamamam lazimdi arkadas!
“Yarin erkenden Adliye’nin önüne inerim” düsüncesiyle adimlarimi eve dogru hizlandirdim…
**********************************************
“KARAGÖZ’Ü SATMA OGUL!”- 3. BÖLÜM
Gabukluk sahnemizde Karagöz perdemiz yani “aynamiz” artik hazirdi…
Ilkokul Türkçe kitabimdaki Karagöz-Hacivat figürlerini kopya kâgidiyla bir mukavvaya aktarip, itinayla kesip boyadim. Figürlerin eklem yerlerini ayirarak birbirlerine insaat teliyle baglayip, taktali (uçurtma) çitalarindan kisalttigim oynatma çubuklarina raptiyeyle çaktim.
Son olarak, perdenin arkasina, Karagöz-Hacivat’in mucidi Seyh Küsterî Hazretlerinin meshur ‘hakikat mumunu’ yaktigimda ise, artik “Hayâlî Küçük Ismail”in hayâl perdesi, gabukluk sahnesinde ilk oyununa hazirdi.
Simdi düsünüyorum da; nasil cesaret etmisiz, o, aninda parlayip yanabilecek findik kabuklarinin üzerinde titrek ve igreti mumlarla Karagöz oynatmaya…
Artik gösteri günü gelmisti.
Kiz kardesim Fatma, ellerimizle çizip boyadigimiz biletleri gabukluk kapisinda kesiyor ve ücret olarak da 1 liralari tahsil ediyordu.
Ilk gösteriyi Türkçe kitabindaki Karagöz metnini, igreti bi sekilde dizimde açarak, mum isiginda zar-zor okuyarak yapmaya çalistim ama bu hem çok zordu hem de kimse gülmüyordu! Dizimdeki kitabin yere düstügü an ise, hayattaki ilk dogaçlamami yapmis ve mecburen ilk hikâyemi de yazmistim. Yasasin! Seyirci gülüyordu artik!
Kahkahalar patladikça, findik kabuklarinin arasindan firlayan minik findik fareleri de saga sola kaçismaktaydi. Ama bu kimsenin umurunda degildi.
Çünkü oradaki herkes, hayatimizin en mutlu anlarini yasiyorduk…
3.BÖLÜMÜN SONU
**********************************************
“ÇIZGI ÇIZGI, SÖYLE BANA...”
10225,50%-1,28
40,22% 0,11
46,96% 0,21
4335,32% 0,39
6902,17% 0,06
Ordu
15.07.2025