Rum Mahallesi dedigimiz, merkez ortaokulunun civarindaki evler, özellikle, birbirine çok yakin, ama gene de tek tek yapilmislardi. Bu evlerin zemin katlari tas, üst katlari ahsap malzemeden yapilmis olurdu.
Evler, arsalarinin durumuna göre insa edilmis oluyorlardi. Dar-uzun, çapraz ya da hiçbir geometrik sekle benzemeyen arsalarin, bir cm. karesi bile ziyan edilmeden degerlendirilerek evler kuruluyordu. Bu sekilde yapilmis mahalleyi üstündeki Çakirtepe’den ilk kez gören yabancilar, özellikle tasarlanmis oldugunu saniyorlardi. Çok hos, çok anlamli bir görüntüydü çünkü.
Bu evler ve diger mahallelerdeki Türk evlerinin yapilis asamasindaki, bir kanunmuscasina uyulan ilke, birbirlerinin günesini ve deniz manzaralarini kesmemeleri idi.
Türk evleri, Kaledere mahallesinde, çok amaçli konaklar seklini almislardi. Hele bu mahallenin Kadilar yokusunda insa edilenleri, saray görünümündeydi. Sokak, tatli bir yokusla yükseliyor, sonra dikleserek mahallenin terasi diyebilecegimiz düzlüge kadar tirmaniyor, sag ve soluna dizilmis kadi saraylariyla süsleniyordu. Ufak bir sarayi andiran bu evlere, sokagin hemen kenarindan, taç kapi diyebilecegimiz, tas isçiligi iç açici bir ustalikla yapilmis iki kanatli ahsap kapilardan girilir, çiçek tarhli, 8-
Evin çift kanatli yüksek ahsap kapisindan giriste, tas döseli pabuçluk bulunur, pabuçlar birakilip terlikler giyildikten sonra iki tarafinda hizmet görevlilerinin oda kapilari görülen yüksek tavanli salona basilir. Salonun iki tarafindan kavis yaparak yukari çikan merdivenler ortada birlesir daha da genisleyerek evin yasanilan ikinci katina ulasir. Ortadaki genis ve büyük salonun iki tarafinda çesitli kullanim amaciyla yapilmis oda kapilari dizilmistir. Bes metreden daha bile yüksek tavan dösemesinin islenmis tahta isçiligi her türlü övgüyü hak edecek görkemdedir. Ne yazik ki, tavan kiremitlerinin bakimsizligi yüzünden bu tavanlara akan damlalar, süslü tavan dösemelerini çürütüp yok etmistir.
Peki… Sizi bu saray görünümlü evlere ulastiran sokak nasildir?
Ünye’nin tüm sokaklari gibi bu sokakta, kenarlarina dizilmis olan o görkemli evlere hiç yakismazdi. Ötekilerde oldugu gibi Kadilar sokagina dösenen taslar da irmak taslariydi. Daha az bombesi olan yüzleri basilacak yer olarak disa getirilmis bombesi ya da diyelim defosu çok belirgin olan yüzü toprak yola gömülmüs. Olurdu Döseme, yol olarak düzeltilmis güzergâhin ortasinda
Tasimaciligi, hamallar, hayvanlar, kagnilar yapardi.
Elektrik, 1938 yilinda geldigi için Ünye’ye, aysiz gecelerde kent, zifir gibi karanliga ve sessizlige gömülürdü. Evlerde yanan gaz lambalarindan sizan solgun isiklar, sokaklarin aydinlanmasina katki saglayamiyordu. Aslinda, Türk evleri bahçe içlerinde olduklarindan zaten sokaklardan uzakta bulunuyorlardi. Karanlik gecelerde, dar dösemeli ara sokaklarda normal yürümek imkansizlasirdi. Iste bu noktada belediye devreye girmis, sokaklari aydinlatmak için her kesisen sokagin kösesine iki buçuk metre boyunda bir kalas dikmis, Kalaslarin üstüne camli bir mahfaza, mahfazalarin içine de bir gemici feneri koymustu. Fenerlerin yakilarak sokagin aydinlatilmasini, islenen fener camlarinin temizlenmesini pazvantlar üstlenmis, fenerlerin ve yakitlarinin teminini de belediye üstüne almisti. Pazvantlar, aksam karanlik basarken yakardi köse baslarindaki fenerleri. Yandiklari tarih süresi içinde bir tek fenerin çalinmamis olmasiyla övünürdü Ünye.
Peki, Pazvant neydi?
Pazvant, Osmanlidan beri, jandarma teskilatina bagli, gece emniyetini saglayan kurulusun mensuplari, bu günkü bekçilere esit statüsü olan insanlardi. Pazvantlar, özel kahve renkli kumastan dikilmis üniformalari, çizmeleri, omuzlarindan çapraz geçen askiliklarina bagli palaskalari ceketlerinin beline tokalanmis, sag bögürleri üzerinde duran beylik tabancalariyla çaki gibi görünen bekçilerdi.
Pazvantlarin koruyup, gözetecegi sokaklar belliydi. Çarsi pazvantlari iri-yari, olasi hirsiz veya sarhos haytalari etkisizlestirebilecek yapida ki insanlardan seçiliyorlardi. Onlar gece adamlariydi. Gündüz evlerinde uyuyarak dinleniyorlardi. Gece devriyelerinde, kendilerine ögretildigi sekilde düdük çalarlardi zaman zaman. Bir uyari isaretiydi her düdük. Kötü niyetlileri caydirici, korkanlara can yoldasiydi. Pazvantlar, birbirleriyle de anlasirlardi düdükleriyle. Çok kisi de düdüklerin ne dedigini anliyordu.
Pazvantin biri bir hirsiz mi? Belirlemis, yakaladigi ya da gördügü hirsiz için yardim mi istiyor? Bunlarin parolalari düdük çalislariyla belirtilirdi. Sorun yok düdügünü biz çocuklar bile bilirdik. Bu nagmesiz, giderek hafifleyen uzun bir düdüktü. Siklikla Ünye’nin her yerinden bu ses yankilanirdi. Telasli, keskin, kesik kesik çalan düdük, bir sorun haber verirdi. Evlerinde, henüz yatmamis Ünyeliler, pencerelerini açar, komsularina, bu sorunun ne oldugunu anlayip anlamadigini sorarlardi.
Pazvantlardan birinci derecede pazvant basi sorumluydu. Her pazvant, pazvant basinin düdügüne duyarliydi. O, astlarini düdügüyle yönlendirirdi.
Tanidigim ilk ve son pazvant basi Lütfü Dedeydi. [bir de Mustaf vardi ama son zamanlarda o, bekçi basiydi ve polis teskilatina bagliydi.] Yasli, sert bakisli, özel üniformali, piril piril boyali çizmesiyle herkes tarafindan taninir, üst düzeyde saygi görürdü. O, geceleri istedigi saatte denetime çiktigi için, gündüz, uyumak zorunlulugu duymazdi. Böyle oldugu için, çocuklar tarafindan da bilinir sevilirdi. O Ünye’nin güvencesiydi. Uzun yillar, sanirim öldügü yila kadar görev yapmisti.