Büyük taarruz sırasında, İşgal altındaki İstanbul'da çaresizce haber bekleyen Türklerin ruhsal durumu.
Mustafa Kemal Paşa'nın esir düştüğü söylentileri, patlayan şampanyalar, kutlamalar..!.
Falih Rıfkı Atay anlatıyor.
"Akşamüstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada'ya gidiyordum.
Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı.. Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz. Güverte tıka basa dolu..
Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. 'Ne olmuştu?' diye sormaktan korkuyorduk.
Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. İhtimal ordumuz durmuştu. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette
Sevr Antlaşması'ndan daha
iyi olurdu.
Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi:
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş.!..
Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.
Türkleri Büyükada Yat Kulübü'nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içeri sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal'in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu.
Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hâle geldi. Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.
Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş.!!.
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu söylemiş olmasaydım, burada söylerdim.
Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyordum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmî tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir'e iniyormuşuz.
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi.
Ne olmuştuk, biliyor musunuz?
Kurtulmuştuk.!!
Ah Mustafa Kemal, ah Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim."
6 Ekim 1923'te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul'a girdi ve işgal resmen sonlandı.
İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü.
Her yılın 6 Ekim'i böylece İstanbul'un kurtuluş günü olarak belirlendi ve kutlanmaya başlandı.