Bir çocuk doğduğunda böbreklerinin kapasitesine göre idrar ihtiyacını karşılayacaktır. Böbrek belirli bir kodlama ile gelmiştir. Belki de genlerine göre ileride bir sorun yaşayacaktır. Bir çocuk kalp hastası olarak dünyaya gelebilir veya genetik olarak ileride kalp hastalığına yakalanma riski olabilir. (Dünyada yaşam tarzı ile kalp hastalığına yakalanma riski ayrı bir konu olarak ele alınacaktır.) Bilindiği üzere çocuk genlerinin 23 çiftini annesinde 23 çiftini de babasından almaktadır. DNA eşleşmesinden sonra başına gelebilecek genetik hastalıkları yüzde yüz engelleme kudretine sahip değildir.
Hazır olarak beraberimizde gelen organlarımızı bundan sonra en iyi bir şekilde nasıl kullanacağımızı ailemiz, çevremiz ve öğretmenlerimiz belirlemektedir.
Şimdi konumun olan eğitim ve doğuştan bize bahşedilen beyni “Kaplar ilkesine” göre ele alalım. Yukarıda şekillerde verdiğim her beyin ortalama (Einstein’in beyni de dahil olmak üzere) aynı ağırlıktadır. Bütün beyinlerin özellikleri birbirinden farklıdır.
Amacımız, bir kap ancak kapasitesince doldurulabileceği gibi, bir beyinde ancak genetik kapasitesince doldurulabilecektir. İşte eğitimin amacı bu olmalıdır. Bir beynin fizyolojik alım kapasitesi üstünde yüklemek, bir ralli yarışına bir murat 124 (bilenler için söylüyorum) arabasını sokmak gibidir. Yada yüksek bir zihin kapasitesine sahip beyni, kapasitesinin altında çalıştırmak, bir köy yoluna son model bir arabayı sokmak gibidir.
Anlatılanları bir de şu açıdan ele alalım: IQ ’su yüksek olan bir çocuğa gerekli rehberlik yapılmazsa ne olur?
IQ ’su düşük olan bir çocuğa yüksek motivasyonla en üst düzeyde bilgiler kazandırılmak istenirse ne olur? Acaba doğuştan gelen, kodlanmış beyin kapasitesi zorlama ve yükleme ile aşılabilir mi? Evet, burada anlattığım “Kaplar ilkesi” prensibi dışında bir şey olmayacağı, aşağıda verdiğim bilgilerinde ışığında ortadadır.
Kaplar ilkesine göre küçük kapasiteye sahip olan kap ağzına kadar dolacak ama su verilmeye devam edildikçe, kapasitesini aştığı için fazla su kabın dışına döküleceği gibi, verilen bilgilerde çocuğun kapasitesince alınacaktır.
Büyük kap ise kapasitesince doldurulamadığı zaman yani IQ ’su yüksek olan bir çocuğa gerekli rehberlik yapılmazsa çocuk kaybedilmiş olur.(anne, baba ve öğretmenlerin rolü)
Burada işin içine beyin temelli öğrenme girmektedir. Her beyin farklıdır. Her çocuk kendine özeldir. Her çocuk başkasına göre değil kendi özelliklerine ve var oluşuna göre beğenilmek ve cesaretlendirilmek ister. Her beyin doğuştan farklıdır. Her beyin ailenin, çevrenin, sosyoekonomik koşulların, her beyin psikososyal yaşamın bir ürünüdür. Yani doğuştan getirdiği var oluş potansiyelinin üstüne yukarıdaki etmenleri koymaktadır. Beynin kapasitesini ise sinir ağlarının yoğunluğu belirlemektedir. Sinir ağlarının yoğunluğu ise iki beyin küresinin sinerjisine, uyarılmasına ve doyurulmasına bağlıdır.
Çocuğumuzu başkasının çocuğuna göre değil kendi çocuğumuz oluşuna göre değerlendirelim.
Çocuklarımıza yapacağımız en büyük iyilik, onların beyin gelişimini ve beyin kulanım kapasitelerini ortaya çıkaracak faaliyetlerde bulunmalarını sağlamaktır. Bu nasıl mı olur? Önce onlara doğayı tanıtalım, sevdirelim.
Hayvanları tanıtalım, onları sevdirelim. Bırakın toprakta oynasınlar su verin çamur yapsınlar. Çamurdan adam, uçak, gemi, ağaç vs yapsınlar. Onlara televizyon değil, bilgisayar değil, bebek verelim, oyuncak verelim(yaşına göre) yap- boz yaptıralım, sen olsaydın ne yapardın hikayelerini tanıtalım, lego verelim; kendi dünyalarını yapsınlar. Ellerini hep öğrenmelerin içine sokalım. Elin zihin geliştirmedeki gücünü iyi bilelim. Beynin en sevdiği organın el olduğunu bilelim. El zihin demek, el hissetmek demek, el sevgi demek, kardeşlik demek, barış demek. El dostluk, demek, el cömertlik demek. Hayatlarının her anında ellerine sahip çıksınlar.
Ellerini harama bulaştırmasınlar. Alan değil veren el olsunlar. Başkalarının hakkını çalmasınlar….


