…Kolay: İçi boş olanın yerleşkesiydi. Hayata bir şeyler katan hiçbir şeyin hiç de kolay olmadığını, göklerin uçukları dahi bilirlerdi!.. Zira süvarisinin tedbirli olanından çok, bilimsel aklı azcık sıyrık, beyinsel kayışı azcık kopuk olanına sakinleşirlerdi.
Delişmen küheylanların hırçın dünyalarına benzerlikleri, olası ki savaş uçuklarının, hesaba katılması gereken karakter özelliklerinden bir diğeriydi. Kendine az geleni yakalamaya görsün, başından savmak için dik başlılığın dik alasına heyheylenirdi. Sıra dışı olmanın bu haklı asiliği; belki de kendine yaraşanı arayış asaletiydi. Ya da muazzamlığın kabına sığmayan ayrıcalığı, kendindeki fazlalık anarşisiydi.
Cehaletin bilinçli olarak kronikleştirildiği coğrafyalarda, siyaset aktörlerinin liyakatsizlik süreğenliği, oraların baş edilmez felaketiydi. Sam Amcanın kendine tamamen bağımlı kılıp, iliklerine dek sömürüşü yetmezmiş gibi, oraların bir de ambargoyla terbiye edilişleri, her alanda hayatı zehirlerdi.
Üçüncü Ana Jet Üssü akla düştü mü yaralı anıların öyküsel boyunları, çoğunlukla büküktü. “Barışa ter dökmeyen, savaşa kan döker” öğretisinden hareketle, zorlu Harp Sanatının gerçeğine en yakın ağır eğitimleri, bünyesindeki Atış Bombardıman Okulunda yüreklice verilirdi.
Yurt sathına yuvalanmış, Ana Jet Üslerindeki barış kartallarının neredeyse tamamı, uçuş okulu sonrası, altı aylık Atış Bombardıman Okulundan geçerlerdi. Okyanus ötesinden dayatılan ambargoya, Ana Jet üslerinden daha çok şehit vermesi, belirli bir takvime göre, okul mevcuduyla yoğunlaşan uçuşların, kesintisiz çokluğu nedeniyleydi.
O sabah mesaiye giderken, bir türlü kopamadığı ikiz yavruları Hatice ve Faruk, babalarının şahadetinden, 57 gün önce dünyaya gelmişlerdi. Test uçuşu esnasında ambargodan aldığı ihanetle Hv. Plt. Ütğm. Hüsamettin İmre’den kalan beden parçaları, dünya şehitler başkenti Çanakkale’ye gönderilmişti…
Şu an birlikte uçtuğu Göktuğ gibi Serhan’ın, kıta göklerindeki en başarılı öğrencilerinden biriydi. Bilgili, bilekli, yürekliydi. Testine çıktığı ambargolu uçan tabut bir F-100C; gençliğini de yiğitliğini de acımasızca kapıp gitmişti.
1959 yılında doğduğu memleketine; 9 Eylül 1985 günü, Konya göklerinde yakalandığı bir Azrail kasırgasının, gencecik bir şehidi olarak dönmüştü. Kahramanlık tarihine destanlaşmış birçok şehitle birlikte, Çanakkale İntepe Hava Şehitliğine defnedilmişti.
Aile yuvalarından kapıp kapıp şehitliklere götürdükleriyle nam salmış ambargolu dinozor, Serhan-Göktuğ ikilisiyle yükseklerden süzüldükçe, gerginliğin dik alasını büyütmekteydi. Atatürk sonrasının, yerli siyaset figürleri sebebiyle zaman zaman ülkeye çöreklenmiş, psikopat ambargonun hoyrat yaşattıkları gibi, şu an yaşattığı gök öykü de pek hafife alınacak türden değildi.
Uçuk yaratığın alt metni, sanki görüneninden daha beter olacağı niyetlenmişti… Zira neticede ne o eğiten bir Simülatör; ne de Serhan’la Göktuğ, bilgisayardan indirdikleri bir savaş uçağıyla oynayan, uçarı çocuklar değildi!
Az önce de uygulanan motor çalıştırma işlemlerini dikkate alması şöyle dursun; görünenine bakılırsa efendilerini hiç mi hiç iplemiyor, harbiden takmıyordu! Belaya sadakati, Azrail efendiye yaltaklık inadına benziyordu. Uçarı terslikler içindeki tutumu gitgide kabalaşıyor, gök mekana uzlaşmacı bir profil çizmiyordu...
Kayıplar verdirecek gibi olunca hayat, yoksa kaskatı bir inadın, vurdumduymazlığını mı özümsüyordu? Yükseldikçe kibrinden arınan seviyeli kişilikler aksine, alçalışın kibre bulanış egosunu mu tatmin ediyordu? Yoksa seviyeyi epey düşürmüş adalet fukarası vicdanların, o her şeyi ben bilir, ben yaparım havasına mı giriyordu? Velhasıl o anlarda pek iyimser değildi hayat. Kendini biran önce toparlaması da pek olası görünmüyordu.
Sanki kimsesizliğe çöken, burnundan kıl aldırmaz harami siyasiliğin, tepeden bakan zehrini saçıyordu! O an öyleyse hayat, peki şu demir soylu tantanaya ne oluyordu? Duygularını belli etmese de niyetini belirlemiş görünüyordu. Bir bitişe doğru yönelmişe benziyor, sanki ambargolu felaketini, daha fazla sergileme sahnelerine doğru süzülüyordu...
Önlerindeki 15-20 dakika neler yaşatır bilinmezdi. Yoksa Azrail Efendi, Serhan’la Göktuğ’un dünyevi öykülerini, artık uhrevi bir öyküye mi hazırlıyordu? Elindeki defter-i kebirin (büyük defter) alacak hanesinden, bir hesabı daha mı kapamaya uğraşıyordu? Belki de yarınki bu vakitler hatta 15-20 dakika sonra, ya da eğer güçlü bir karşı rüzgâr alırlarsa daha erken, artık hayatta olmayacaklardı…
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Günümüz demokratik hareketlenişlerin; ülke geleceği yerine, siyasi geleceğine ihtiraslı birilerini savunmak; her günü zaten huzursuz, mutsuz ve umutsuz, kaotik türbülanslı ülkeyi karıştırmak amacı asla taşımadığı… Kalabalık kitle hareketlerini kurnazca sahiplenip, kendilerine anlam yükleyen şaibelilerin; kendilerini, sokaklardaki doğal hareketlenmelerin başına monte etmeye kalkışmadığı…
Zira sokak ve meydanlara dökülen halkın, hiçbir parti veya hiçbir siyaset tüccarı için oralara çıkmadıklarının; sadece ve sadece Ulu Önder Atatürklü asil Cumhuriyet sevdaları ve insanca yaşama refleksiyle hareketlendiklerinin, artık ama artık damgalanmadan anlaşılacağı…
Milleti arkasındaymış gibi gösterenlerin; yalanın, hilenin, dolandırıcılığın hiçbir alanda hiçbir dürüst ve yurtsever yurttaştan, hiçbir siyasi veya resmi güçten asla arka bulamayacağı… Meşrulaşmış partizanlıktan aldıkları güçle kendilerini, sütten çıkmış ak kaşık dayatan, şaibeli siyaset şeytanlığıyla halkı kandıranların, marazlı emellerine artık ulaşamayacağı, zenginleşme sıçraması yapamayacağı…
Devasa yalanlar, şişirilmiş balonlar, yıkımsal yanlışlarla kesinlikle bir yerlere varılamayacağı… Dünya rekorları kıran hırsızlık, hukuksuzluk, yolsuzluklar üzerine kurulu siyasi odaklar ve iktidarlar, küresel proje destekli bile olsalar, yenidünya düzenine artık tutunamayacakları…
Evrensellikten uzak yargı gücü ya da orantısız kolluk kuvvetleriyle ağır mağdur edilip, bastırıldığı sanılan demokratik hak arama hareketlerinin, tümüyle öncekilerin bir devamı olduğunun, artık körelmemiş bir aklıselim, körleşmemiş bir teşhis ve tespitin, bilimsel içtenliğiyle anlaşılacağı…
Atatürk sonrası iktidar ve muhalefetiyle günbegün, muasır medeniyet yolculuğundan alıkonmuş ülkenin, süregiden bunaltıcı kirliliğini, uçsuz bucaksız bataklığını, aksaksızca üreten, özellikle siyasal muktedirlere; hassasiyetle duyulması gereken, demokratik başkaldırı çığlıklarının; artık eğmeyen, bükmeyen, kirsiz bir siyaset dürüstlüğüyle doğru okunacağı…
Yıllar yılı yurtsever yürekleri kavuran katmanlı işsizlik, karabasan ümitsizlik, yoğun çaresizliğin için için yanarak, ufacık bir bahaneyle artık sokaklara, meydanlara taştığı… Kuşak kuşak üstelenmiş geleceksizliğin; vatan-millet, din-imanla tazelenmiş hak-hukuk-adaletsizliğin; hoyratça yuvalandığı harami partizanlıklara; bıçakların artık kemiğe dayandığı uyarısının, umulur ki nihayet bilimsel bir akılla kavranacağı…
Biriktire biriktire bunalarak, sosyal patlama noktasına gelmiş halkın, en ufak bir kıvılcımla koyulduğu, sokak ve meydanlardaki demokratik kitle psikolojisinden, artık taraflı siyaset ahlakıyla değil, insani ve vicdani bir ahlakla dersler çıkarılacağı… Siyaset kulvarlı basın ve ekran baykuşlarının, doğru bildikleri organize yanlışlarla artık yorum yapamayacağı…
Kuruluş amacı kesinlikle ve kesinlikle halka hizmet olan siyasi partileri; ömür boyu sülalece, üst düzey nemalanma merkezlerine dönüştürmenin, artık mümkün olamayacağı… Hırsıza hırsız; yolsuza yolsuz; hukuksuza hukuksuz diyebilen, hakşinas fikir özgürlüğünü derhal derdest eden; “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” kılıfıyla, sadece gayrimeşruyu zırha bürüyen, Kadir’i mutlak siyasi yasalar hükmünün, artık çöpe atılacağı ve dürüst vicdanları artık kanatamayacağı...
Hukuk cüppesi taşıyan gerek iddia gerek savunma makamlarının; özcesi savcı, yargıç ve avukatların Fakülte sonrası, ince eleyip sık dokuyan üst düzey bir vicdanın, hak-hukuk-adalet eğitimiyle donanacağı… Çağa gelişmiş sistemlerdeki gibi, hakkaniyet duyarlı evrensel vicdanlarla seçilerek, mesleğe ancak atanacağı, siyasetten kesinlikle arınmış güçlü bir hukuk sisteminin, acilen inşasına başlanacağı…
Yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, hukuksuzlukla liyakatsiz erbabını zenginleştirirken, dürüst yurttaşlarını derin yoksulluğa, huzursuzluğa, mutsuzluğa mahkûm kılan; hayretmemiş siyaset sisteminden, artık ve artık kurtulacağı bir Türkiye umuduyla…
Sevgi, saygı ve huzurla Bayramımız kutlu, yaşamımız mutlu, gelecekler umutlu olsun!..