Bugünün Müslüman Türk milletine düşen en önemli vazifelerden biri, Anadolu İslam medeniyetini tanımak, yaşatmak ve geleceğe taşımaktır.
Bu medeniyet, sadece bir geçmiş hatırası değil; aynı zamanda geleceğimizi inşa edecek değerli bir kılavuzdur.
Bu topraklar, bin yıllık iman, irfan ve mücadeleyle yoğrulmuş bir medeniyetin beşiğidir.
Anadolu’da doğan İslamî kültür; Yunus Emre’nin sevgisiyle, Mevlânâ’nın hoşgörüsüyle, Hacı Bektaş-ı Veli’nin öğretileriyle derinleşmiş; ilimle irfanı, hikmetle edebi buluşturmuştur.
Bu miras, yalnızca geçmişe ait değildir; devam ettirilmeyi, yaşatılmayı ve yeni nesillere aktarılmayı beklemektedir.
Küreselleşmenin, teknolojik dönüşümün ve kültürel erozyonun hızla yayıldığı bir çağda, bu medeniyetin ruhunu korumak artık bir tercih değil, bir kimlik meselesidir.
Zira bir milleti ayakta tutan; sadece sınırları değil, değerleridir.
Anadolu İslam medeniyetini gelecek kuşaklara aktarabilmek için, bu mirasın ne olduğunu doğru anlamak gerekir. Bu sadece tarihi eserleri tanımakla sınırlı değildir; aynı zamanda bu medeniyetin taşıdığı ahlaki, fikri ve sosyal değerleri günlük hayatımıza taşımaktır.
Aklı ilimle, ruhu ahlakla, toplumu merhametle yoğurmak; hem bugünün hem yarının inşası için elzemdir.
Genç nesillere bu mirası aktarmak, onların kültürel kimliğini sağlam bir temele oturtmak açısından büyük bir sorumluluktur. Bu aktarım yalnızca bilgiyle değil; adalet, merhamet, tevazu ve insan sevgisiyle yapılmalıdır.
Çünkü bu değerler, Anadolu İslam medeniyetinin kalbidir.
Bu medeniyeti yaşatmak, onu sadece geçmişin tozlu raflarında bırakmak değil; bugünün hayatında canlı kılmak, onu yaşayan bir hakikate dönüştürmektir.
Zira bu, milletimizin istikbali adına en büyük yatırımdır. Ve bugün, dünyanın çatışmalarla kuşatıldığı bir çağda, Anadolu’nun barış ve birlik kültürü, insanlık için kıymetli bir örnektir.
Unutulmamalıdır ki medeniyetler taşla değil, gönülle inşa edilir. Anadolu, hâlâ o gönülleri buluşturmak için bekliyor.
