BERKAY YALIN


ATATÜRK VE YAŞAM FELSEFESİ


İstiklal Savaşını kazandıktan sonra üniformasını sırtından çıkardı ve bir daha hiç giymedi. 

 

Osmanlı'dan bir enkaz halinde devraldığı ülkesini kısa zamanda medeni bir dünya devleti haline getirdi.

 

“Kötü ruhlu kişiler dedikodumu yapmaya kalkıp, Mustafa Kemal dün akşam içki içmiş, dans etmiş derlerse, evet içti, evet dans etti cevabını verin. Her şeyi, günahı da sevabı da açık yapmak gerekir. Ne yapacaksak daima milletin gözünün önünde yapacağız” diyordu.

Harbiye öğrencisiyken, arkadaşlarıyla sık sık Çemberlitaş'a giderlerdi, 

Tavuk Pazarı'nda Yorgo'nun meyhanesine uğrarlardı.

Devamlı müşteri oldukları için açık hesapları vardı, ay başında maaşı alınca kapatırlardı.

Cumhurbaşkanı olduktan sonra insanlardan uzaklaşmadı.

Tokatlıyan'a Pera Palas'a Garden Bar'a Rose Noir'a giderdi.

 

Yaz aylarında Büyük ada Anadolu Kulübü favorisiydi.

Kış aylarında Park Otel'in akşam yemeklerini çok severdi.

Türk insanı Cumhuriyet'le birlikte eğlenme özgürlüğüne de kavuşmuştu.

Yurttaşların geceleri ailece dışarı çıkmalarından, ailece eğlenmelerinden çok memnun olurdu, teşvik ederdi.

Restoranda, akşam yemeğinde çocuklu aile görürse, çocuğu mutlaka yanına çağırır, hatıra olarak saatini veya kalemini hediye verirdi.

Para ödemeden asla çıkmazdı. 

 

Hiçbir mekanda tek kuruş hesap bırakmazdı.

Kimsenin kendisinden para istemeyeceğini bildiği için, kalkmadan önce mutlaka kontrol ederdi, gazinocunun parasını ödediniz mi?

Ödendi cevabını almadan, emin olmadan kalkmazdı.

Çay aramazdı.

Kahve tiryakisiydi.

Günde 30 civarında Türk kahvesi tüketirdi.

Çalışırken peş peşe isterdi.

Köpüklü severdi. Sade içerdi.

Savaş yıllarında şeker çok kıymetliydi, karaborsada bile bulmak çok zordu. Ömrü savaşlarda geçen jenerasyonun tamamı gibi, Mustafa Kemal de mecburen şekersiz içmeye alışmıştı.

Rakı içerdi…

Zihnini dinlendirme ilacıydı.

Adabıyla, ölçülü tüketirdi.

Sarhoş olduğu asla görülmedi.

Konuşmasının bozulduğu asla görülmedi.

 

Gündüz içmezdi. Savaşlar sırasında ağzına sürmezdi.

 

“Leylekboynu” tabir edilen kadehle içerdi. Çay bardağından biraz büyüktü, bugünkü rakı kadehlerinin yarısı ebadındaydı.

 

Dimitrakopulo ve Bilecik markalarını severdi.

Buz koymazdı.

Buz gibi su isterdi.

Meze aramazdı.

 

Sarı leblebi, olmazsa olmazıydı.

Yemekle beraber içmezdi.

Önce rakı faslını geçer, üstüne yemeğini yerdi. Sofrada altı yedi saat otururdu, bunun en fazla bir saati rakı'lı olurdu.

 

Nadiren viski içerdi.

Tatlı içkileri, kokteylleri pek sevmezdi. Şarap ve şampanyayı resmi ağırlamalarda tercih ederdi.

Sadece yabancı misafirlere ikram edildiğinde masaya gelirdi.

 

Sıcak yaz akşamlarında bazen soğuk bira canı çekerdi.

Poker ustasıydı.

 

Özellikle parasına oynardı, çalışma arkadaşlarının hırs'larını tamah'larını zafiyet'leri poker masasında test ederdi. Kazanırsa, kazandığı paraları iade ederdi, kaybederse öderdi.

 

İskambil oyunlarının tamamına hakimdi. Briç oynardı. Bezik oynardı. Kanasta oynardı.

Tavla'ya Manastır'dayken başlamıştı. Harp okulu öğrencisiyken, Babıali'de Stefan'ın kıraathanesine, Meserret Kıraathanesi'ne, Sirkeci'de Yani'nin kıraathanesine takılırlardı.

 

Bilardocuydu.

Çankaya Köşkü'nde bilardo masası vardı, Paris'ten getirilmişti.

 

Akşam yemeğinden önce misafirleriyle oynardı.

Tek başına bilardo oynuyorsa, düşünüyor demekti. Arada ıstakayı bırakır, notlar alırdı.

Müzikseverdi.

Müzik kültürünün sadece fizyolojik ve psikolojik yönüyle değil, sosyolojik yönüyle de ilgileniyordu.

 

Dinlemeyi de severdi.

Söylemeyi de severdi.

Müzik eğitimi almamıştı ama, nota bilirdi, makam bilirdi.

 

“Hayat musikidir” diyordu.

“Musikiyle alakası olmayan mahlukat, insan değildir” diyordu.

 

Rumeli türkülerinin yeri ayrıydı.

Vardar Ovası'nı dinlemekten bıkmazdı. Tekrar tekrar söyletirdi.

 

Fuzuli'nin, Nedim'in güftelerini çok beğenirdi.

 

Nihavend, Rast ve Segah makamlarını tercih ederdi.

Bağırarak okuyanlardan hoşlanmazdı. Bektaşi nefeslerini çok etkileyici bulurdu. Gazel okuturdu.

Fasıl severdi.

 

Yakın arkadaşları, sevdiği misafirleri geldiğinde incesaz heyetini çağırırdı. İstek şarkılar listesini bizzat yazarak verirdi.

Safiye Ayla için “dünya çapında” diyordu.

Onun sesinden “Yanık Ömer”i dinlemeye doyamazdı.

 

Müzik kitaplarını incelerdi.

Fransız müzik teorisyeni Albert Lavignac'ın “müzik ve müzisyenler” eserini orijinalinden okumuştu, satırların yanına notlar almıştı.

Barok müziğe meraklıydı.

Enstrümanların tarihsel gelişimini araştırıyordu.

Rahmetli olduğunda sayım yapıldı.. 

 

Çankaya Köşkü'de 464 adet plak vardı. Beethoven'ın eserlerini seslendiren Viyana Filarmoni Orkestrası'nın, Philadelphia Filarmoni Orkestrası'nın albümlerini 

satın almıştı.

 

Caz dinliyordu.

 

Müzik arşivinde, Paul Whiteman'dan Last Night, Jan Garber'den Sweet Georgia Brown, Jack Hylton'dan Nothing Else To Do, Harry Roy'dan Cheek to Cheek parçaları vardı. 

 

Rebetiko dinliyordu. Roza Eskenazi'den Murmuraki'yi çok severdi. Tango, vals, foxtrot plakları vardı.

 

En geniş liste, elbette Türk müziğine aitti. Hafız Kemal beyin gazelini, hafız Osman efendinin klarnet taksimini, udi Nevres beyin, tamburi Cemil beyin, kanuni Hüseyin Sadettin beyin taksimlerini dinlemeye doyamazdı.

 

Çankaya'da Dolmabahçe'de Yalova'da Savarona'da treninde, gramofonsuz mekanı yoktu.

Şahane dans ederdi.

Çocukluğundan beri meraklıydı.

Tee rüştiye talebesiyken, mahalle arkadaşı Fuat Bulca'yla birlikte Halil efendi'nin salonuna giderlerdi, Selanik'in ilk dans okuluydu.

Vals ve polka öğreniyorlardı.

Türkiye hatıralarını kaleme alan Sovyet sanatçılar şu ortak yorumda buluşmuştu: “Mustafa Kemal çok etkileyici dans ediyor.”

Muhteşem zeybek oynardı.

“Milli dans” olmasını arzu ediyordu. Köy düğünlerine denk geldiğinde, sırtından ceketini fırlatır atar, içten, doğal neşesiyle halaya katılırdı.

Gönlünden geçtiği gibi yaşardı.

 

O ne der, bu ne der, mahalle baskısı, umursamazdı.

İnsanların da tıpkı böyle, özgürce yaşamalarını isterdi.

Tiyatronun hamisiydi, çok severdi, çok sık giderdi.

Sinema da öyle…

Çankaya'da veya Dolmabahçe'de izleme imkanı varken, topluma örnek olmak için, ilgiyi arttırmak için bizzat sinemaya giderdi. Hatta herkes görsün diye yürüyerek giderdi.

 

1923… İzmir İkiçeşmelik'te Ankara Sineması vardı.

 

Mustafa Kemal, Latife'yle birlikte geldi. Locaya oturdular. Salona baktı, hınca hınç doluydu ama, herkes erkekti. Cevabını gayet iyi bildiği halde “neden hiç kadın yok?” diye sordu.

 

“Paşam kadınlara yalnız salı günleri sinema gösteriyoruz.” dediler.

 

Yaverine döndü, “Salonun yarısını boşaltın, bizi karşılamak için dışarda biriken kadınları davet edin..” dedi. Kadınlar alkışlayarak ve ağlayarak salonu doldurdu.

Koridorlar bile tıklım tıklım kadın oldu.

 

Hep birlikte “Şarlo İdama Mahkum” filmini seyrettiler.

Milattı…Kadın-erkek bir arada, tarihimizde ilk kez işte böyle film izledi.

Bu muhteşem hadisenin keyfini uzatmak istiyordu.

“Hayatımda hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum, şunu bir daha seyretsek olmaz mı?” dedi.

Kahkahalarla tekrar seyrettiler.

Eğlencenin çalışmak kadar önemli olduğunu, ikisini birlikte götürmeyi başaranların “medeni insan” olduğunu söylüyordu.

 

MUSTAFA KEMAL işte budur…

 

ATATÜRK bir yaşam felsefesidir…

 

(Kısaltılarak alıntıdan derlenmiştir.)

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593