Afrika’da görev yapan bir antropolog, kabile çocuklarını bir araya toplar. Onları küçük bir oyunla sınamak ister. İlerideki bir ağacın altına bir kutu çikolata bırakır ve şöyle der:
“Kim birinci olursa, çikolata onun olacak.”
Çocukların tek tek koşacağını düşünür. Ama hiç beklemediği bir şey olur. Çocuklar birbirlerinin ellerini tutar, hep birlikte koşar ve ağacın altına aynı anda varırlar. Çikolataları da aralarında paylaşarak yemeye başlarlar.
Merakla sorar antropolog:
“Bunu neden böyle yaptınız?”
Çocukların cevabı kısa ama çarpıcıdır:
“Biz ubuntu yaptık. Yarışsaydık yalnızca birimiz mutlu olacaktı, diğerleri üzülürdü. Oysa birlikte kazandık, birlikte mutlu olduk.”
Bu hikâye, bize hayatın en temel gerçeğini hatırlatıyor: Güç, tek başına olmaktan değil, dayanışmadan doğar.
Psikolojik sağlamlık dediğimiz şey, insanın zor zamanlarda yıkılmadan yoluna devam edebilmesidir. Ancak bu sadece kişisel bir dayanıklılık değildir. İnsan, sosyal bir varlıktır. Düştüğünde kaldıracak bir eli, ağladığında omzunu uzatacak bir dostu, yanında yürüyen bir topluluğu varsa daha kolay ayağa kalkar.
Bugün modern yaşamın içinde çoğu zaman “yarış” kavramıyla büyüyoruz. Daha çok başarı, daha hızlı ilerleme, daha fazla kazanma… Ama yarışın sonunda yalnızca bir kişi mutluysa, gerçekten kazanmış oluyor muyuz?
Ubuntu bize farklı bir bakış açısı sunuyor: “Ben, biz olduğumuz için varım.”
Bu anlayış, bireysel mutluluğun başkalarının mutluluğuyla iç içe olduğunu söylüyor. Çünkü yükler paylaşıldığında hafifliyor, sevinçler paylaşıldığında çoğalıyor.
Belki de hepimize şu soruyu kendimize sormak iyi gelir:
Hayatı tek başına bir yarış gibi mi koşacağız, yoksa el ele tutuşup birlikte mi kazanacağız?


