ALBERT EİNSTEİN’a bir bakalım:
Albert Einstein’ın konuşmaya ailesini tedirgin edecek kadar geç başladığını biliyor muydunuz? Babası sıradan bir işçi idi. Annesi ise piyano çalmaktan müzik, dinlemekten özellikle Bethoven’ı dinlemekten çok hoşlanıyordu. (Bu konuya ilerde özellikle geri döneceğim.) Ailesinin çok şaşalı bir hayatı yoktu.
Albert, içine kapanıktı; çocukların arasına katılmaktan, oyun oynamaktan hoşlanmıyordu. Okulu sıkıcı buluyor, ezbere dayanan eğitim disiplinine katlanamıyordu. "Gimnazyum"da geçen orta öğrenimi mutsuz ve başarısızdı. Maalesef, öğretmenleri bu durumundan şikayetçi idiler. Oysaki daha önce bahsettiğim gibi o zamanlar verilen eğitim, sonuç odaklı idi. Süreç gözlemleri ve öğrenci girdileri henüz öngörülemiyordu.
Mühendis olan amcası Albert’ta bir şeyler keşfetmişti. Onun cebir ve geometriyi sevmesini sağlamıştı. Oysaki ona daha küçükken hediye ettiği bir pusula ise onun bilimdeki gizemi, araştırma, sezgisel düşünme yeteneklerini ortaya çıkarmasını sağlamıştır. On dört yaşında iken ‘Acaba bir ışık ışınına binseydim dünya bana nasıl görünürdü’ sözü onun nerelere geleceğinin sanki bir ispatı idi.
İşin daha da vahimi üniversiteyi bin bir güçlükle bitirebildiği gibi, uzun süre iş bulamaz ve bir arkadaşının yardımıyla sıradan ilgisiz bir ofis işi bulur. Ama zorluklar içinde çalışmalarına devam eder…
Şimdi bu durumu inceleyelim: Önce evin küçük çocuğu olarak Einstein: Aile sıradan bir aile. Baba kendi işinde gücünde, anne ev hanımı. Ama dikkat çeken şey annenin yoğun olarak klasik müzikle ilgilenmesi. Daha önce dikkat çektiğim bir konu. Aslında gözden kaçan bir konu. Yani müziğin çocukta, insanda var olan ahenk, örüntü - nesneler arasındaki ilişkiyi ön plana çıkaran etkisi, beynin iki lobunun ahenkli çalışmasını sağlayan özelliği.
Çünkü bilindiği gibi bütün düşünceler, algılamalar tamamıyla sağlıklı bir sinir sisteminin oluşması ve devamıyla ilgilidir.
THOMAS ALVA EDİSON’ a(Öğretmenler dikkat!)bir bakalım:
Öğretmeni ona kabiliyetsiz demişti. Hep aşağılamıştı. Ama o kabiliyetinin farkındaydı. Öyle ki o yaklaşık 2500 buluş yaptı.
Karda kışta koltuğunun altında gazete sattı. Ekmek parası kazanırken bir tren görevlisinin ona vurduğu tokat ömür boyu ağır duymasına sebep oldu.
Onunla girdiği fabrikada dilenci kılıklı diye alay ettiler. Her girdiği işten atıldı. O bir dehaydı girdiği işlerde hep farklı şeylerle uğraşıyordu, küçük laboratuvarlar kuruyordu. Öyleki gazete sattığı trende kurduğu laboratuvar patlamış ve kulağına mal olacak tokatı yemişti.
Girdiği işte yine deneylerinin başında iken, iki trenin çarpışmasına sebep olacağı için beş yıl hapis alabileceğini öğrenince oradan hemen uzaklaştı.
Hareket eden trenlerden uzaklara telgraf çekilebilecek (diz üstü bilgisayarların bir prototipi) bir buluş yapacak olan Edison (aradaki tegrafçıları kaldıracaktı ve bir sorun ilk istasyonda halledilebilecekti) az kalsın hatalarının sonucunu insanlık çekecekti ama öyle olmadı.
Edison şöyle devam eder:
“Yoksulluktan okula gidemedim. Sebze satıp aileme yardım ettim. Sersefil işyeri depolarında yatıp kalktım.
Fonografiyi (ses kayıt cihazı) icat ettiğimde kimse inanmamıştı. Kaydettiğim ilk sözlerden biri :“Kalk Allah’a yönel!”
Gece kalkar gökyüzüne bakardım. Yüce yaratıcının ihtişamı karşısında ona sığınırdım.”
LUDWIG VAN BEETHOVEN’a bir bakalım:
Verem hastası yatalak bir anne… Sarhoş geçimsiz bir baba… Kavganın eksik olmadığı sefalet içinde bir ev…
Beethoven ‘in dilinden:
“Yoksul bir evde doğdum. Her türlü yoksulluk ve sefaletin acısını tattım. Annem için geceleri göz yaşı döküp dua ediyordum. Fakat çektiğim izdıraplar beni yıldırmadı. Çok çalıştım çok dua ettim. Biliyordum başaracağımı, çünkü Allah’ın yardımına güveniyordum, çalışana, sabredene verirdi. Geçici fani imtihan dünyasında zorluklara, çilelere sabır göstererek Allah’a yönelerek, başardım.”
Burada söylenilmesi gereken esas şey şudur. Hepimiz biliriz sanıyorum. Beethowen 9. senfonisiyle ünlüdür. Beethoven 9. senfonisini 9. yılda bitirmiştir. Ama 27 yaşında duyma yetisini kaybeden Beethoven , 9. senfonisini sağır haliyle bestelemiş ve bitirmiştir.


