YETENEKLERİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİZ?
Burada eğitimin en önemli girdisi sinir sisteminden bahsetmek istiyorum. Sinir sistemi vücudumuzun iletişim ağıdır. Sinir sistemindeki kesintiler öğrenmeyi, algılamayı yavaşlatmakta ve engellemektedir. Bu engellemeler sinir sisteminin olumsuz şekilde uyarılması ile olmaktadır. Korku, endişe, abartılı heyecanlar(daha sonra psikolojik sorunlara neden olabilecek: anksiyete, panik atak, telaş vb.) gibi ölçüsüz, kontrolsüz durumlarda iletişim ve algılama problemleri çıkacaktır. Yukarıdaki kaygı verici durumlar ise öğrenmeyi tamamen engellemektedir. İnsanları doğru düşünmeden uzaklaştırmaktadır. Zihnin çalışması, yani sinirlerin öğrenme, algılama ve iletme kapasite ile hızları organizmanın olumsuz uyarılar aldığında yavaşlar. Öğrenme baskı altında gelişemediği gibi gerçekleşemez.
İşte eğitim öğretimdeki temel sorun buradadır. Yani sinir sistemi, yani vücudun elektrik ağı sistemini irite eden, engelleyen her türlü girdi, öngörülen eğitimi engellemektedir.
Şimdi bir de şunu inceleyelim. Suç işleyen, suç işlemeye eğilimi olan, normal tepkiler veremeyen insanları inceleyelim. Hepsinin ortak paydası olarak geçmiş yaşantılarında sinir sistemlerinin hep olumsuz uyarıldığını görülür. Hayatımız tamamen dış uyarıcılara karşı vücudumuzun verdiği elektriksel tepkilerle ilişkilidir.
O zaman şu sonuca ulaşmamız hiç de yanlış olmayacaktır. Vücudumuzun bir etkiye karşı göstereceği ilk tepki bizim yaşamımızı yönlendirmektedir. Bu ise sağlıklı bir sinir sisteminden geçmektedir. Çünkü bütün duyu organlarımızın algılamaları ile gerçekleşen öğrenmeler, sinirsel yapı düzeniyle beyine ulaşmakta, kimisi kısa süreli hafızada tutulmakta, kimisi ise uzun süreli bellekte kayıt edilmektedir.
Tüm bu mekanizmanın sağlıklı işlemesi, insanın kendini ifade edebilmesi, anlaması, anlatması, anlamlandırabilmesi ve sağlıklı iletişim kurması, sinir sisteminin doğru yapılandırılmasına bağlıdır. Bu nasıl olacaktır?
İşte bu soruya Albert’ın dünyasında cevap arayalım.
“Daha küçükken ailesi ona karşı istemeyerekte olsa bilinçsizce ‘Sen bütün çocuklar gibisin! Öyle olmalısın! Onlar bak bülbül gibi konuşuyor sende konuşmalısın! Bak sen içine kapanıksın! Bak sen sen sen sen… gibi “Sen” le başlayan sözcükler çocuğu iyice geriletmiş ve içine kapalı hale getirmişti oysa.”
Şimdi Albert ne diyor bir de ona bakalım: “Bakın anne baba (daha sonra da öğretmenine söyleyecek)siz beni diğer çocukların aynısı yaptınız ama ben aynı değilim ki. Bakın benim saçlarım ayrı. Boyum farklı. Kilom ayrı. Ben maviyi severim. Ben elime küçük bir çubuk alıp toprağı kazmayı severim. Anne ve baba benim ayrı bir beynim var. Benim beynim herkesten farklı. Benim gördüğüm herkesten farklı. Hepimiz aynı yere bakarız ama ben farklı şeyler görürüm. Ben geçte yürüyebilirim, geçte konuşabilirim. Ben yemek yediğimde benim karnım doyar sizin yerinize doyamam ki. Ben yattığım zaman rüya görürüm ben sizin yerinize rüya göremem ki.”
Evet yukarıda anlattığım gibi her çocuk ayrıdır. Her çocuk kendi dünyasında yaşar. Her çocuğun ayrı bir kahramanı vardır. Ama her çocuğun ortak değerleri vardır.
Bu dünyada çocuklar onlar için yaşar. SEVGİ VE DEĞERLİ HİSSEDİLMEK.


