Göklerin ve yerin yaratılışı, gece gündüzün değişimi, bir başka deyişle mekân ve zamanın ilahi kudrete delaletini aklıselim sahibi kimselerin iradeleriyle, davetçiye kulak vererek bütün bunları anlamaları mümkün olur.
Cehennem azabından emin olmanın, dünya ve ahiret dengesinde muradı ilahiyenin yolu, Allah’ın davetine kulak vermekle olur. Rabbimiz bağışlanmanın ve iyilerle bir olmanın yolunu bize şöyle anlatıyor.
“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın” diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber’i, Kur’an-ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, Ey Rabbimiz!”(Al-i İmran,193)
Bu ayette üç önemli husus dikkat çekmektedir.
1-Davetçi (Resul ve Kur’an)
2-Teslimiyet ve iman
3-Bağışlanma ve iyilerle beraber olma arzusu.
Her bir hususun birbirini takip ettiğini, yani biri gerçekleşmeden diğerinin olmadığını görüyoruz. Davetçiyi dinlemek ve anlamak, anlamak için gayret sarf etmek gerekiyor. Bu aşamadan sonra inanmış ve teslim olmuş bir ruh ortaya çıkar ki, Allah ona istediğini verme fırsatını ortaya koyar.
Bu istek tıpkı ayette geçtiği gibi, günahlardan arınma, bağışlanma ve iyi kimselerle beraber olma arzusudur.
Nitekim Tevbe suresinde Rabbimiz “Allah’tan korkun ve iyilerle/doğrularla beraber olun”(Tevbe,119) buyurur. Davetçiyi dinledikten sonra, ona kulak verip gereğini yapmak için bir ömür sürdürürken sadece aralıklarla değil, hak vaki oluncaya kadar iyi kalmak için, doğru kalmak için mücadele etmenin esas olduğunu görüyoruz.
Çünkü bütün delillere, kudrete, kâinatın kudretine rağmen mümince, Müslümanca kalamamanın birçok sebebi olsa da, gerçek bir iman ve teslimiyet, mücadele etmeyi, nefsin elinde esir olmamayı gerektirir. İmanın tadına varmayı gerektirir.
Nitekim Peygamber Efendimiz “Şu üç özellik kimde bulunursa imanın tadına varır. Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek (onlara kulak vermek…) Bir kimseyi yalnız Allah rızası için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra(hidayete erdikten sonra) tekrar inkârcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak”(Müslim, iman,67)
Allah ve Resulünü çok sevmek konusu hakikaten önemli bir meseledir.
Gerek millet olarak, gerek coğrafya olarak kutsallarımız, değerlerimiz vardır. Çok önem veririz. İhtimam gösteririz. Peygamberin adı anılınca salavat getirmek gibi, ismini çocuklarımıza koymak gibi. Yâda ona hiçbir kötü söz söyletmemek gibi. Lakin bunlar tek başına yeterli değildir. İsmi Ahmet, Mehmet olup bu dini Mübin’e ne kadar zarar veren insanlar da olmuştur. Ona saygı duyduğunu söyleyen insanlar vardır. Onun ümmeti olma kıstaslarından nice uzaktır. Hakeza Kur’an’ın Mushaf’ına saygı gösterip emirlerine hükümsüz diyen, bu çağın gereklerini/ihtiyaçlarını karşılamıyor diyen nice Müslüman olduğunu söyleyen insanlar da vardır.
İşte bütün bunlara verilen cevap hak vaki oluncaya kadar iyilerle beraber olabilmektir. İyinin, esas ve usulleri de Kur’an ve sünnetle çizilmiştir. İmanın da, sevmenin de, bağışlanma arzusu içinde olmanın da yegâne şartı Allah ve Resulüne şartsız ve gönülden ölünceye kadar kulak verip o minval üzere yaşayabilmektir.