Modern dünyanın hızla değişen yüzü, bizleri her geçen gün kendi kültürel ve ahlaki değerlerimizden uzaklaştırıyor.
Teknoloji, bilim ve iletişim çağının sunduğu imkânlar bir yandan hayatı kolaylaştırırken, diğer yandan insanı ruhsuzlaştırıyor, aidiyet duygusunu zayıflatıyor.
Bu karmaşa içerisinde İslam ümmeti ve Türk Milleti, uzun yıllardır çözümsüz problemlerle boğuşuyor; birbirinden kopmuş, sesini duyuramayan bir toplum hâline gelmiş durumda.
Toplumsal ve ahlaki erozyon, sadece bireysel hayatları değil, devletlerin ve milletlerin geleceğini de tehdit ediyor. Bir milletin en büyük gücü, ortak değerleri ve inançları etrafında birleşebilme kabiliyetidir.
Ne yazık ki, bugün bizler, bu kabiliyetimizi yeterince kullanamıyor, birbirimize güven ve dayanışma ile yaklaşmayı ihmal ediyoruz.
Oysa tarih, bize defalarca göstermiştir ki, birlik ve beraberlikten doğan irade, en zor zamanlarda bile büyük bir dirilişin kapısını aralar.
Müslüman Türkiye’nin ve İslam ümmetinin önünde duran en önemli görev, kendi özüne dönmek, içsel bir diriliş ve yeniden uyanış sürecine girmektir.
Bu diriliş, yalnızca siyasi veya ekonomik başarılarla ölçülemez; ahlaki, kültürel ve ruhani bir uyanışı da zorunlu kılar. Her bir bireyin, kendi hayatında sorumluluk alması, hak ve adalet ilkelerini rehber edinmesi, merhameti ve şefkati çoğaltması gerekir.
Toplumun her katmanı, eğitimden kültüre, ekonomiden siyasete kadar bir diriliş perspektifiyle hareket etmelidir.
Bugün, geçmişten aldığı ilhamla geleceğe yürüyen bir milletin varoluş mücadelesi, hepimize bir çağrı yapıyor: Artık durmak yok, birbirimizi anlamak, destek olmak ve omuz omuza yürümek zamanı.
Birlikten doğacak güç, sadece devleti ve ümmeti korumakla kalmaz; aynı zamanda insanın ruhunu, toplumun vicdanını ve medeniyetin mirasını da yeniden yeşertir.
İşte tam da bu nedenle, modern dünyanın karmaşasında kaybolan bizler için en önemli adım, yeniden uyanmak ve büyük bir diriliş için birleşmektir. Tarih, sadece izleyenleri değil, cesurca harekete geçenleri yüceltiyor; şimdi sıra bizde.


