Dizginlemek… Yani frenlemek!
Aracımızın frenlerinin ayarlı olması, düzgün olması çok önemli değil mi?
Çünkü aracımızı dizginleyebilmemiz, frenlerin düzgün olması, fren ayarının iyi olması ile sağlanabilir değil mi?
Bu hususta çok titiz davranır ayarların iyi olmasına dikkat ederiz.
Buradaki titizliğimizde mevzu ne?
Mevzu… Frenler düzgün olmazsa, canımız yanar, ya da gider.
Olay bu… Korku bu!
Peki ya nefsimizi dizginlemek… Ya nefsimizin kibirli olmasını, doymazlığını, aymazlığını, vefasızlığını, merhametsizliğini, isyanını, maneviyatsızlığını, inançsızlığını frenlemek daha mı önemsiz?
Kabil de dizginleyememişti nefsini… Onun için de gidip Habil’i öldürerek dünyanın ilk katili oldu.
Nefsini dizginleyemeyenlerden çok çekti canlar.
Tarih onları kara bir leke olarak kaydetti.
Onların merhametsizliği ağıt oldu, Türkü oldu dillerde.
Hazreti Ali’yi Hazreti Osman’ı da, Hazreti Hüseyin’i ve beraberindeki 72 şehidi de onlar katletmişti.
Onlar bazen Nemrut, bazen firavun, bazen Ebu cehil oluyorlardı.
Onların Müslüman ya da başka bir dinden ya da dinsiz olmaları fark etmiyordu.
Zira Hazreti Hüseyin’i ve Hazreti Aliyi katledenler de Müslümanız diyorlardı.
Ya günümüzde ki dizginlenemeyen nefisler, Ebu cehiller ne olacak?
Cümlelerimiz eğildi.
Hani derya Yunus: Cümleler doğrudur sen doğru isen,
Bulunmaz doğruluk sen eğri isen.
Cümleler doğru değil ne yazık!
Yapmacık, mat, sığ, sevgisiz ve yalanla sarmaş.
Sözlerimiz söz değil… Sözlerimiz yalanlı, tutulmayan, acı, biçimsiz ve ıslaha muhtaç.
Sözlerimiz süzülmeden çıkıp mızrak gibi kalplere saplanan olmuş.
Hani dokuz boğumdan geçmeden dökülür olmuş cümleler dilim dilim edilesi dillerden.
Hani derya yunus: Söz ola bitire savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Bal ile yağ ede bir söz.
Nefsimizi ve sözlerimizi dizginleyemiyoruz bir türlü.
Bu yüzden kavgalar, cinayetler yaşanıyor.
Dizginleyememe sorunu sadece fertlerde yok elbette.
Devletlerde var olan dizginleyememe sorunu son yıllarda had safhada sorun olarak karşımızdadır.
Amerika dizginlenemeyen devlet olarak dünya için büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Amerika ve İsrail’in dizginlenemeyen ihtirasları yüzünden savaşsız bir zaman dilimi geçmemektedir.
Amerika silah endüstrisinin enerji, petrol çıkarlarının ayakta kalması için Amerika derin Devleti dünyada savaşların sürdürülmesi planlarını sürekli kılmak zorundadır.
Sarraf davasının Türkiye’nin Amerika’nın İran’a uyguladığı ambargoyu delmesi ile hiçbir ilgisi yoktur.
Zira aynı dönemde Hindistan, Japonya, Güney Kore, Çin ve Avrupa ülkeleri Amerika’nın İran’a uyguladığı ambargoları tanımamışlardır.
Türkiye’nin o dönemde İran ile ticari ilişkileri o ülkelerin çok gerisinde kalmıştır.
Dolayısıyla, Sarraf davası Türkiye’ye diz çöktürme davasıdır, benim yetiştirdiğim ajan olan FETÖ ile uğraşmaktan vaz geç davasıdır, yerli otomobil üretmek ile savunma sanayiyi geliştirmek ile uğraşmayın davasıdır.
Enerjide bölgede söz sahibi olmayın davasıdır.
Dik durmayın, bizim sözümüzü dinleyen uslu çocuk olun davasıdır.
Ya adeta HDP, FETÖ ve Amerika’nın sözcülüğünü yapan muhalefetin davası ne davasıdır?