“En dibe kadar inmişsen, inciyi al da çık.” — Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Hayat, bazen insanı hiç istemediği derinliklere indirir.
Kırılırsın, dağılır, kendini tanıyamaz hâle gelirsin.
İçinde boşluk, sessizlik ve bazen de çaresizlik yankılanır.
Ama belki de o derinlik, sandığın gibi karanlık değildir.
Belki orada seni bekleyen bir inci vardır. Bir anlam, bir yeniden doğuş...
Japon felsefesinde buna benzer bir anlayış vardır: Kintsugi.
Kintsugi, kırılmış bir seramiği altınla onarma sanatıdır.
Çatlaklar gizlenmez, aksine görünür hâle getirilir. Çünkü Japonlar bilir ki,
bir nesne kırılıp yeniden birleştirildiğinde, artık sıradan değildir.
O çatlaklar, yaşanmışlığın, direncin ve güzelliğin izidir.
Aslında Mevlânâ’nın “inci”siyle Kintsugi’nin “altını” aynı hikâyeyi anlatır.
Biri dibe inmeyi ve içsel hazineyi bulmayı,
diğeri kırıldıktan sonra kendini onararak parlamayı öğretir.
İkisi de acının boşuna olmadığını söyler.
Kırılmak, kaybetmek, düşmek… bunların hiçbiri son değildir.
Hepsi insanın kendini yeniden şekillendirme fırsatıdır.
Psikolojik dayanıklılık da tam burada başlar:
Acıyı inkâr etmeden, ondan bir anlam çıkarabilmekte.
Dibe indiğinde incini bulmakta; kırıldığında çatlaklarını altınla onarmakta.
Yani, yaşamın her zorluğunu bir dönüşüm alanına çevirebilmekte.
Unutma, hiçbir kırık seni değersiz kılmaz.
Tam tersine, seni insan yapar, derinleştirir, güzelleştirir.
Çünkü bazen en parlak ışık, kırığın içinden sızar.
Ve belki de hayat, sana sessizce hep aynı şeyi söylüyordur:
“Madem dibe kadar indin, o zaman boş dönme.
İncini al…


