Eskilerin bir sözü var: “Gönül, insanın kıblesidir; kırmayın!” Ne kadar derin ne kadar yerinde bir söz bu… Çünkü gönül sadece bir duygular yumağı değil; insanın özü, yönü, merkezidir.
Gönül, bir bakıma içimizdeki mabettir. Sevgi, merhamet, iman, sadakat… Hepsi orada filizlenir. İnsan, gönlünü neyle beslerse ona dönüşür. Kinle, kibirle, hırsla beslenen gönüller kararır; ama sevgiyle, şefkatle, inançla beslenen gönüller ışık saçar.
Hazreti Âdem'in topraktan yaratılması bir bedeni, bir şekli ifade eder. O şekil, Rabbimizin ruhundan üflemesiyle can buldu. Ancak bu da yeterli olmadı. Onu “eşref-i mahlûkat” yapan, kalbine yerleştirilen iman oldu. Kalp imanla tanışınca ruh huzur buldu; insan, hakiki insan oldu.
Bugün ne yazık ki, gönül kırmak olağanlaştı. Küçük bir laf, düşüncesiz bir hareket, bir bakış… Bir insanın iç dünyasını alt üst etmeye yetiyor. Düşünmeden konuşuyor, hissetmeden davranıyor, anlamadan yargılıyoruz. Gönül kırmak, bir duvarı yıkmak değil; bir âlemi yerle bir etmektir aslında. Gönül, Allah’ın nazar ettiği yerdir.
Bugün gönüller yıkık. Kalpler sevgi yerine öfkeyle, merhamet yerine nefretle dolu. Toplumun kalbi kırık…
Oysa bir tebessüm, bir güzel söz, bir selam bile onarıcı olabilir. Belki de bir insanın hayata tutunma sebebi olabilir.
Gönül kırmak kolay, ama onarmak zor. Bazen yıllar sürer, bazen de mümkün bile olmaz. Bu yüzden dikkatli olmak gerek. Konuşmadan önce düşünmek, davranmadan önce hissetmek, yargılamadan önce anlamaya çalışmak gerek.
Unutmayın, her insanın içinde bir âlem saklıdır.
Ve her gönül, sahibini Rahman’a ulaştırabilecek bir kıbledir. Her kalp, iman için bir taht; her insan, Allah’ın bize emanetidir.
Öyleyse gönül kırmayalım. Kıranlardan değil, yapanlardan olalım. Kıbleyi şaşıranlardan değil, gönle yönelenlerden olalım.
Çünkü gönül, insanlığın kıblesidir.
Ve kıbleye yanlış dönülmez. Kıbleye saygı gerekir.