“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.” (Nur Suresi,2)
Rabbimiz, biz kullarının hep mutlu olmasını, zarar görmemesini, aile bütünlüğünün devam etmesini yüce kelamında tekrar tekrar detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Yakın akrabaya yardım etmek gibi ++(Nahl Suresi, 90) Eşlerin birbirine iyi davranması gibi (Nisa 19) ana-babaya iyi davranmak onların gönüllerini almak gibi (İsra 23-24) Zinaya yaklaşmamak (İsra 32) yetim mal(Nisa 10) kamu malı yememek (Tirmizî, Ahkâm, 8) gibi toplumu ilgilendiren ve selametini önceleyen böyle onlarca ayet ve hadis sayabiliriz.
Toplumun bozulması, kokuşması, sağlıklı bireylerin oluşmamasının yegâne sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz, Allah’ın yasakladığı, haram kıldığı bataklıklarda bulunmaktır, dolaşmaktır.
Çünkü Rabbimiz, zinayı yasaklayan ayetlerde, zinayı yapmaktan öte, ona gidecek yollarda bulunmamayı, ona yaklaşmamayı emretmektedir. Onun civarında bulunanın ona bulaşmaması mümkün değildir.
Toplumda huzurun ve barışın, ailelerde sükûnet ve selametin en önemli unsuru Allah’ın rahmeti içinde olmayı (yasaklardan uzak durmakla) gerektirdiğini bilmekle olur. Peygamberimizin ben rahmet peygamberi olarak gönderildim (Enbiya 107) buyurması, en azılı düşmanlarına bile ceza vermek yerine onların ıslahını istemesi, arzulaması, Rabbimizin rahmetim her şeyi kuşatmıştır (Araf 156) ifadesi, bütün bunlar İslam dinin rahmet dini olduğunu gösterir.
Bu sebeplerden dolayıdır ki, İslam’ın gayesi insanlara ceza vermek veya öldürmek değil, suçluyu cezalandırarak, hem onu suç işlemekten alıkoymak hem de toplumu onun kötülüklerinden korumak ve engellemektir.
“Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın (merhamet etmeyin)”… (Nur suresi,2) Bu ayetin tahlilinde sondan geriye doğru gidersek, “merhametten maraz doğar”. Yani hastalıklı bir toplum meydana gelir. Tabi ki bu manevi bir hastalıktır. İman eden imanının gereğini yapar. Ama bir şekilde cezalar, yaptırımlar çeşitli sebeplerle uygulanmaz yerine getirilmezse o zaman imanın gereği yapılamadığı gibi, toplumun da selameti asla sağlanamaz. Bu yaptırımlar bütün kötülükler içindir. Mesela; kumardan, tefecilikten, zina ve fuhuştan, insanları dolandırmaktan nice ailelerin yıkıldığını, nice kimselerin mağdur olduğunu, nice toplumların bu işleri bir bulaşıcı hastalık haline getirdiğini bu gün yaşayarak görmüyor muyuz?
Bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) “Ey insanlar topluluğu! Zinadan kaçınınız, çünkü onda altı özellik vardır. Üçü dünyada, üçü ahirettedir. Dünyadakiler, değerleri giderir, fakirlik getirir, ömrü kısaltır. Ahirette de Allah’ın gazabına, hesabın kötülüğüne, cehennemde ebedi kalmaya neden olur.”Kurtubi, Ahkamu’l Kur’an,Kahire 1967,12/167) buyurmaktadır.
Bu sebepten dolayı insanlara yardım ve acıma ona teşvikle değil, o kötü işlerden (yasaklanan fiillerden) men etme ve zorlama ile olur. Aksi takdirde kişiler zarar görür, cemiyet/toplum zarar görür. Bunun bedelini yine o toplumun bireyleri öder.
Bu sebeple İslam “sedd-i zerai” denen bir önleyici yolu önerir ki, kötülüklerin, yasaklanan fiillerin önünü daha o işi yapmadan, ona giden yolları kapatır. Yaptırımların tam olarak uygulanmasını da ister ki kişiler, aileler ve toplum korunsun.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki İslam mutluluğu ve huzuru korumayı, yaşatmayı ve ihya etmeyi öğretir. İmanla kişi korunduğu gibi, toplumu da korumuş, ihya etmiş olur.