Bugün dünyanın dört bir yanından yükselen çığlıklar, akan kanlar ve çöken vicdanlar sadece dış güçlerin değil, bizim içimizdeki zafiyetlerin de bir sonucudur.
Elbette zulüm hiçbir şartta meşru değildir. Zulme destek veren her güç, her odak, tarihin vicdanında mahkûm olmaya mahkûmdur. Ancak bu vahim tabloya bakarken yalnızca dışarıyı suçlamak, içerideki çürümeyi görmezden gelmek büyük bir gaflettir.
İslam dünyası ne yazık ki uzun bir süredir dağınık, birbirinden kopuk ve kendi köklerine yabancılaşmış durumda. Tefrika, bu ümmetin en sinsi düşmanıdır. Milliyetçiliğin, mezhepçiliğin ve tembelliğin kılığına bürünerek bizi birbirimize düşüren bir fitneye dönüşmüş durumda. Güçsüzlüğü bahane ederek birlikten kaçan her yaklaşım, ümmetin ortak geleceğini sabote etmektedir.
Bugün İslam coğrafyasının evlatları, tarihten devraldıkları adalet ve merhamet sancağını unuttu. Oysa bu ümmet, hakkın ve hakikatin taşıyıcısı olmakla yükümlüydü. Şimdi ise kendi sorunlarına yabancı, başkalarının planlarında figüran olmuş bir görüntü sergiliyor.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde süregelen yıkımlar da bu unutulmuş sorumluluğun sonuçları arasında. Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Filistin’e kadar dökülen kanın arkasında emperyalist Amerika’nın eli açıkça görülüyor. “Demokrasi” ve “özgürlük” vaadiyle işgal edilen bu topraklarda yalnızca sefalet, yalnızca gözyaşı ve yalnızca yıkım var.
Daha da acı olan ise şu: Bu zulme karşı sessiz kalan milyonlarca Müslüman var. Ümmetin büyük kısmı, olup bitene ya alışmış ya da umursamaz hâle gelmiş durumda. Oysa unutulmamalıdır ki sadece zalimler değil, zalimin zulmünü görüp de sessiz kalanlar da hesaba çekilecektir. Allah, kötülüğe rıza gösteren kalpleri de hesaba dâhil eder.
O hâlde soralım:
Eğer biz kendi sancaklarımızı taşımıyorsak, onları kimler taşıyor?
Eğer biz adaleti savunmuyorsak, zulmün meşrulaşmasına göz yummuş olmuyor muyuz?
Bu çağın Müslümanları artık şu gerçekle yüzleşmeli: Allah’ın adaleti yalnızca zalimleri değil, suskunları da bulur. Artık silkelenmenin, yeniden dirilmenin zamanıdır.
İlmiyle, ahlakıyla, gayretiyle ve birliğiyle ayağa kalkacak bir İslam dünyası; sadece kendi mazlumlarını değil, bütün insanlığı kurtaracak bir umuda dönüşebilir.
Evet, bu ümmet yeniden ayağa kalkarsa, sadece Müslümanlar değil, insanlık da yeniden nefes alacaktır.