AHMET DERYA VARİLCİ


Karadeniz Arkeolojisi - Pontus Sorunu IV


Mübadele ve Terk Edilen Hayatlar

 

Ünye Yalı Mevkii’nden Meçhul Asker Ortaokuluna kestirmeden çıkmak isterseniz, Karanfil Sokağı tercih edersiniz. Diğerlerinden dik ama kısadır. Yokuşun sonuna doğru sizi üç katlı, terk edilmiş eski bir ev karşılar. Ayakta zor duran bu yapının sağ cephesi oldukça hasarlıdır. Önde, giriş kapısı yakınında günümüz rakamlarıyla “1901” tarihi göze çarpıyor.  

Belli ki, Ünye’de orijinal haliyle günümüze ulaşmayı başarabilen ender yapılardan biri; eski bir Rum evi

Yokuşu tırmanırken, soluklanmak için tam bu noktada “zorunlu” bir mola verir, durup düşünürüm…

Evi bin bir emek ve hevesle yaptıran Rum vatandaş, yirmi yıl sonra bu memleketi terk edeceğini hiç düşünmüş müydü?

Empatisini kurmak bile zor…

1923 Temmuz’unda imzalanan Lozan Antlaşması gereği evinden, yurdundan edilen bu insanlar, Hellenistik uygarlığın ülkemizdeki son temsilcisiydiler. Konuştukları Romeika dilinden dolayı kendilerine Rum deniyordu ve ağırlıkla Yunan kabul ediliyorlardı. Aslında eski Roma tebaası oldukları için Rum olarak adlandırılıyorlardı. Anadolu Türkler tarafından fethedilmeden önce, Doğu Roma yahut Bizans toprağıydı. Selçuklu ve Osmanlı döneminde fethedilen bu topraklar Diyar-ı Rum olarak anıldı.[1]

Anadolu insanı, Hattilerden Hititlere, Friglerden Kimmerlere yüzlerce kavmin ortak mirasıydı… 

Anadolu toprağı, üzerinde yaşayan insanlar için iskân, göç ve sürgün demekti.  

Göçün öteki yüzü, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemi ile birlikte toprak kaybetmesiyle başladı. Kaybedilen topraklardaki halkın çareyi Anavatan'a sığınmakta bulması, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göç dalgası olarak devam etti 1. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle kontrol edilemez bir hal aldı. 

Göç dalgası daha çok Yunanistan'la Türkiye arasında yaşandı; 30 Ocak 1923'de "Türk ve Rum Nüfus Mübadelesi” başladı ve 1930’a kadar sürdü. Acılar sadece mübadele öncesi ve mübadele sırasında yaşanmadı. Mübadiller gittikleri yerde de “yabancı” muamelesi gördü.[2]

 

Göç ve İskân

 

MÖ. 334’te Makedonyalı İskender, Çanakkale Boğazını geçip kısa bir sürede Anadolu’da ve Yakındoğu’daki eski devletleri ortadan kaldırdıktan sonra Yunan dili konuşan, fakat bütün Asya toplumlarının geçmiş uygarlık verilerini kapsayan sentetik bir kültür geliştirdi. Anadolu'da ortalama olarak İ.Ö. 300 - İ.Ö. 30 yılları arasında tarihlenen bu kültür çağına Hellenistik Çağ adı verilmektedir. Batı Anadolu'da bu çağın en büyük politik örgütü Bergama Krallığı (İ.Ö. 262 - 133), Doğu Anadolu'da ise Selevkoslar Devletidir (İ.Ö. 312 - 65). Bitinya, Pontus, Kapadokya ve Doğu Anadolu'da Ermenistan Krallıkları bu yüzyıllarda Anadolu'ya hâkim olan diğer politik kuruluşlardır.[3]

Pontus konusunda ise ayrıntılı bilgi bir yana, bir birleriyle çelişen bir takım yüzeysel bilgilerle karşı karşıyayız. Aslında coğrafi bir terim olan ve kadim Anadolu halklarının dilinde “deniz” anlamına gelen bu terim, koloni döneminde Grekler tarafından kullanılmaya başlandı. Greklere mal edilen “Pontos” terimi bin küsur yıl sonra etnik-siyasi bir kimliğe büründü. 11. Yüzyıl’da Komnenos hanedanının Trabzon’da kurduğu Rum krallığını Pontus’un devamı olduğunu savunanlara karşılık, Karadeniz’in Pontus olmadığını savunanlar arasında kıyasıya bir çatışma baş gösterdi.

Aslında bu savın kökeni, Kurtuluş Savaşı sırasında kışkırtılan Rum çetelerine ideolojik bir materyal bulma çabasıydı. Karşılığında Pontus sözcüğüne neredeyse düşman bir kesim ortaya çıktı. “Karadeniz neden Pontus değildir?” biçiminde, günümüzde de sürüp giden bir tartışmaya dönüştü.[4]

1202-1204 yılları arasında IV. Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis, Latinler tarafından ele geçirildi ve yağmalandı. Kaçarak canını zor kurtaran Konstantin’in eski yöneticilerinden Komnenos Hanedanı, Trabzon’da “Rum İmparatorluğu” adıyla bir krallık kurdu. 1461 yılında Fatih tarafından yıkılan bu krallık, yaklaşık 250 yıl ayakta kalabildi. Bu krallığın, kendilerinden 1.200 yıl önce kurulan Mitridat krallığıyla coğrafi bölge dışında aralarında hiçbir ortak yan bulunmamaktadır.

Pers kökenli Mithradates Krallığı, dönemin diğer Anadolu ve Ön Asya krallıkları gibi Hellenistik bir krallıktı. Egemenlik sürecinde Megrelli, Lazki ve Ermenilerle akrabalıkları olmuştu. Kendilerinden 1.200 yıl sonra bölgeye gelen Komnenos hanedanlarıyla soy-sop ilişkisi dâhil, etnik yahut kültürel bir bağları yoktu.[5]   

 

Mübadele Mazlumları

 

Feyza Hepçilingirler, Zesto Psomi (Sıcak Ekmek) adlı romanında bütün yakıcılığıyla mübadeleyi yazıyor. Kaderi bir gecede değişen yüz binlerce insan, kurulu sofrasında bir lokma yiyemeden yola koyuldu, kimisi "yeni" vatanına gidiş yolunda canını verdi, kimisi sağ salim vardığı yeni topraklarda "memleket" özlemiyle yaşadı. Aradan yüz yıl geçti, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenler, Türkiye'den Yunanistan'a gidenler acılarını ve hikâyelerini daima akıllarında tuttular.[6]

2000’li yılların başındaydık. Bearshare adında bir müzik paylaşım sitesinde Yunanistan’dan birinin Türkçe şarkı paylaştığını gördüm. Paylaştığı sayfada İstanbul-Beyoğlu 6-7 Eylül Olayları (1955), Navarin Baskını (1827) ve minaresi görünmeyen Ayasofya Camisi gibi fotoğraflar vardı…

Site’de üyeler arası iletişim kurabiliyordu, engin İngilizcemi kullanarak sordum:

“Neden burada bu fotoğrafları tercih ediyorsun?” 

Sonra ekledim: “Ülkende 1974 Albaylar Cuntası gibi yakın dönem olaylar varken, neden 6-7 Eylül Olayları, neden Navarin fotoğrafları paylaşıyorsun? Üstelik Türk şarkılarını dinliyorsun, İbrahim Tatlıses vb.” diye yazdım.

Bana Türkçe bildiğini yazdı. Daha çok şaşırdım. Ailesi Türkiye’den göçmüş, muhtemelen Mübadil.[7]

“Bir gün bir araya gelirsek, oturur geçmişte yaşanan acıları konuşuruz!” demiştim.

“Ne yapacan, beni mi bombalacan!” diye yazmıştı.

İletişimimiz başlamadan bitti.

Konuyu güncel kaynaklardan biraz araştırdım…

Anladım ki suyun karşı yakasında komşum, ulusal varlığını bize olan düşmanlığa endekslemiş. 

İstanbul’a hala Konstantin gözüyle bakıyor.

2015’te Çipras’ın seçilmesi, belki durumu bir parça iyileştirir diye düşünmüştüm ama karşı yakada değişen bir şey yok!  

 

Harut Usta

 

Ordulu Bakırcı Mıgırdıç Usta'nın oğlu Harutyun Artun'la on üç yıl önce tanışmıştık. Tehcir yıllarını bizzat yaşamamıştı ama yaşayanlardan bire bir dinlemişti. Her iki tarafın da derin acılar yaşadığını söyledi, bize…

Harut Usta, o dönem acılarının hakkaniyetli bir örneğiydi.  

Rum çete isyanlarının başladığı dönemde Tehcir Kanunu çıkarıldı. Ermenilerin zorunlu göçü ile ilgili Tehcir Kanunu olarak bilinen kanun, Dâhiliye Nazırı Talât Bey'in girişimleriyle 27 Mayıs 1915 tarihinde hazırlanmış ve 1 Haziranda Meclis-i Vükelâ'ca karara bağlanıp uygulamaya konulmuştu. 

17 Kasım 1914'te yirmi üç parçalık Rus donanmasının Trabzon’u bombardımanı, olayların başlatan en önemli etkendir. 1915 ve 1916’da Van ve Erzurum’un Ruslar tarafından işgali, Rum ve Ermeni tebaanın bir kısmının harekete geçmesine neden oldu.

Her iki kesim de kışkırtılıyor, silahlandırılıyordu.

Kurtuluş Savaşı başladığında olaylar iyice tırmandı. 

Yakın çevremizde meydana gelen fiili hadiselerden birkaçını sıralayacak olursak; 5 Şubat 1921’de Ünye Jandarma Komutanı Yüzbaşı Rüstem’in şehit edilmesi,[8] 8 Ağustos 1921'de Çarşamba Kaymakamı Abdullah Bey’in şehit edilmesi ve bu hadiselerin yanında altmış kadar köyün yakılması, binlerce insanın katledilmesi sayılabilir.[9]

 

Sonuç

 

Konu çok yönlü ve geniş… Amacımız tarihi bir yaraya neşter vurmak değil, sadece bu konu üzerinden Türk-Rum (Yunan) düşmanlığı yapanlara küçük bir uyarıda bulunmaktır. Kendi müesses nizamlarını sürdürmek üzere piyasaya çıkanlara; “Bırakın bu afaki söylemleri!” diyoruz… Yaşanan gerçekliğe odaklanın.

 

 

Kaynaklar:

 

İnalcık, Halil. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600). İst. Yapı Kredi Yay. 2008

Aghatabay, Cahide Zengin. Mübadelenin Mazlum Misafirleri: Mübadele ve Kamuoyu 1923 – 1930, Bengi Kitap Yay. İst. 2009

Kuban, Doğan. Türkiye Sanatı Tarihi, Gerçek Yay. İst. 1970 

Hepçilingirler, Feyza. Zesto Psomi (Sıcak Ekmek), Kırmızı Kedi Yay. İst. 2023

Karaarslan, S. Vedat. Karadeniz neden Pontus değildir? Hitabevi Yay.  Ank. 2021

Taş, Fahri. Milli Mücadele Döneminde Rum Ayaklanması, 


 

[1] İnalcık, 2008; s. 40: Fatih Sultan Mehmet, "Roma İmparatoru" anlamına gelen Kayser-i Rûm (قیصر روم) olarak anıldı. İstanbul'un Fethi'nden sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun bütün eski topraklarının yasal hükümdarı olduğunu ileri sürdü.

[2] Aghatabay, 2009; s. 199

[3] Doğan. 1970, S. 32

[4] Karaarslan,  2001, S. 13

[5] Karadeniz’de Roma egemenliği; Doğu Roma (Bizans) dönemi ve bu dönemde yaşanan tarihsel süreç bir sonraki bölümde ele alınacaktır.    

[6] Hepçilingirler, 2023; s. 10

[7] Göçün en çok yaşandığı ülke olan Yunanistan'la Türkiye arasında 30 Ocak 1923'de "Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol" imzalandı. Sorun, bir bakıma çözümlenmiş ve bir formüle bağlanmış gibi görünüyordu ama çözümlenmediği belliydi.

[8] ATAŞE, KIs. 760, Dosya. 34-29, F. 83

[9] Taş, 2009; s. 97-98 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593