Şükrü Karaman


Kavruluyoruz


Termometreler 37-39 dereceyi gösteriyor. Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’da sıcaklık 40-50 derece. İstanbul’da nem oranı yüzde 90’nı buldu. Bol yağmurlu Karadeniz de bile aşırı sıcaklar dışarıya adım attırmıyor.

Türkiye, temmuz başından bu yana yanıyor. Afrika ve Basra Körfezi’nden gelen sıcak hava dalgası nemle birleşince nefes aldırmıyor. Ülkenin batısı aşırı sıcak altında kavrulurken, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da aşırı yağmur ve sel, evleri, köprüleri yıkıyor. Böylesine çelişki var doğada.

Bilim insanlarının yıllar önce dile getirdiği küresel ısınmanın etkilerini yaşıyor Türkiye. Temmuz’un ardından, ağustosta da aşırı sıcaklar bizi bekliyor. Yeşili yok etmenin, doğayı betona gömmenin olumsuzluğunu nefes aldırmayan aşırı sıcaklık, yağmur, dolu, sel, hortum olarak yaşıyoruz. 

Salt Türkiye değil, dünya aşırı ısınmanın etkisinde. Yaz mevsiminde daha çok mağdur oluyor insanlar küresel iklimden ötürü. Deprem sel, orman yangını gibi doğal felaket aşırı sıcaklık. Bu günleri gelecek yıllarda mumla arayacağımızı vurguluyor bilim insanları. Tehlikenin boyutu giderek büyüyor. Ya biz ne önlem alıyoruz bu tehlikeye karşı? Bırakın önlemi, ormanları imara açıyoruz, akarsu ve gölleri kurutuyoruz, belediyelerin verdiği ruhsatla 10-15 katlı ucube binaları dikmeye devam ediyoruz.  

Bugün yakındığımız küresel iklimi insanlar kendi elleri ile oluşturdu. Fosil yakıt kullanımından tutun da yeşilin katliamı ile yaydığı sera gazı ile dünyanın mantosu atmosfer katmanlarını incelten termik santrallerle,  dereleri kurutan HES’ler ve siyanürle altın aramanın yaygınlaşması ile doğanın aşınmasında insanların büyük kusuru var. Yani, kendi elimizle davetiye çıkardık aşırı sıcaklığa, sellere, yeşil bitki örtüsünü bitiren orman yangınlarına.

Mevsimler bile değişti. Yaz aşırı sıcak, kış kurak ve ılıman geçiyor. Küresel iklim dünyayı esir aldı. Bir bakıyorsunuz aşırı yağışlar ve seller önüne ne varsa katıp götürüyor, insanları yaşamdan koparıyor. Bir bakıyorsunuz kuzey ülkelerinde buzullar eriyor.  Mevsimleri zamanında yaşayamaz, keyfini süremez olduk. Dev buzulların erimesiyle kutup ayıları yerini yurdunu terk etmeye başladı.

Kuraklık, tarım ürünlerini de vurdu. Dünyanın bir numaralı tarım ülkesi Türkiye, üretim azlığından temel gıda ürünlerini ithal eder konuma geldi. Kuraklık, zamanında yağmayan yağmur, seller, aşırı sıcak tarımı geriletti. Yaz meyve ve sebzeleri cep yakıyor, yanına yaklaşılmıyor. Tarımda, hayvancılıkta ve diğer temel ürünlerinde yaşanan yetersizlik,  pahalılığı ve enflasyonu körüklüyor. Olan da cebinden daha fazla para çıkan halka oluyor. 

Dar gelirli insanlar fahiş fiyatlardan et, meyve ve sebze alamaz hale geldi. Zaten gelirleri ve aylıkları çok kısıtlı. Taban fiyatlar girdi maliyetini karşılayamadığından çiftçi tarlasını ekmiyor. Kuraklık da eklenince domates, biber, salatalık, yeşil fasulye, karpuz ve kavun aracıların aşırı kar hırsı ile çok pahalı satılıyor. Çiftçi, üretici ve besici desteklenerek yerli üretimi artırmak zorundayız. Çözüm ithal ürün değil, yerli üretimi artırmak, halkın alabileceği fiyatta satılmasını sağlamak.

Doğanın dengesini bozdu, ayarları ile oynadı insanlar. Canına okuduğumuz doğa intikamını bugün aşırı sıcaklık, yağmur ve sel olarak alıyor.

Boşuna bağırmıyor çevreci örgütler, BM ve uluslararası kuruluşlar, “fosil yakıtları terk edin, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerjiye yönelin,  kentleri ve doğayı betona boğmayın ” diye. Yıllardır kulak tıkadığımız uyarıların haklılığını nefes aldırmayan nemli sıcak günlerde daha iyi anlıyoruz. Merkezi yönetim kadar yerel yönetimler de küresel iklime karşı önlemlerini artırmalı. Yoksa gelecekte bugünleri bile çok ararız.

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593