Uzun süreçler sonunda gerçeklesen iklim degisikliginin etkileri iklimin yapisi geregi
uzun yillar sonunda ortaya çikmaktadir. Ancak bu etkiler sicaklik, yagis ve bunlara bagli
olarak kuraklik, sel firtina gibi olaylar yoluyla kisa sürelerde de canlilar, ülkeler ve
ekonomiler üzerinde hissedilebilmektedir. Bugün gelinen nokta da iklim degisikligi
küresel bir kimlik kazanmis ve yadsinamaz bir gerçek olarak tüm insanligi etkiler hale
gelmistir. Süphesiz dünya sisteminin degisen iklimi, bu sistemin içerisinde yer alan
ekonomiyi de etkileyerek, bir takim yansimalar meydana getirmektedir.
Bu çerçevede iklim degisikliginin tarim, turizm ve enerji gibi sektörler/alt sektörler;
emek verimliligi; istihdam ve ekonomik büyüme üzerinde önemli yansimalari oldugu
görülmektedir. Özellikle sicaklik artisi ve yagis rejiminde görülen asiri dalgalanmalar
neticesinde iklim degisikligi ekonomiler üzerinde ciddi etkiler meydana getirmektedir.
Iliman bir isinma süreci nispeten soguk olan yüksek enlemlerdeki ülkelerde bazi olumlu
etkiler meydana getirmesine ragmen, iklim degisikliginin küresel net etkisinin olumsuz
yönde oldugu görülmektedir.
Iklim degisikligi sorunu ve yarattigi olumsuz etkiler, bugün bazi ülke ve bölgelerde
ciddi düzeylerde hissedilmektedir. Ilerleyen süreçte bu olumsuz etkilerin, bütün dünyada
önemli sonuçlar ortaya çikarmasi kaçinilmazdir. Bu olumsuz tablo, iklim degisikligi ile
etkin ve acil bir mücadelenin gerekliligini ortaya koymaktadir. Süphesiz enerji ve su
tüketiminin azaltilmasi, daha çevreci eylem ve taleplerin olmasi iklim degisikligi ile
mücadele kapsaminda bireysel olarak yapilabileceklerden bazilaridir.
Ancak, iklim degisikligi ile mücadelenin basarisi, hukuki baglayiciligi olan, kararli
ve samimi bir uluslararasi isbirligini zorunlu kilmaktadir. Ne var ki iklim degisikligi ile
mücadelede gerek ulusal gerekse de uluslararasi boyutta atilan adimlarin henüz istenilen
düzeyde oldugunu söylemek güçtür. Küresel iklim degisikligi ile mücadelede
baglayiciligi olan tek uluslararasi sözlesmenin “Kyoto Protokolü” olmasi bu noktada
düsündürücü bir durumdur. Dahasi 2013 yilinda Polonya’nin baskenti Varsova’da yapilan
19. Taraflar Toplantisinda Kyoto Protokolü’nden sonrasi için kesin bir anlasmaya
varilamamis, bu protokol sonrasi acilen uygulamaya geçmesi beklenen yeni emisyon
hedeflerinin ise ancak 2020 yilinda hayata geçirilmesi kararlastirilmistir. Alinan bu gibi
kararlar, ülkelerin iklim degisikligi ile mücadele konusundaki samimiyet ve
kararliliklarinin sorgulanmasina neden olmaktadir.
Bunlarin yani sira iklim degisikligi ile mücadele, “çevrenin ekonominin bir alt
sistemi oldugu” düsüncesinin terk edilerek, “ekonominin çevrenin bir alt istemi oldugu ve
ekonominin sinirlarinin ekolojik tasima kapasitesi tarafindan belirdigi” düsüncesinin
kabul edilmesi yönünde zihinsel bir degisimin de yasanmasini zorunlu hale getirmektedir.
Buna göre çevrenin dogal sermaye arz fonksiyonu yaninda, atiklari depolama fonksiyonu
da dikkate alinarak ekonomi politikalari sekillendirilmelidir.
Boulding (1966)’in deyimiyle, vahsi üretim ve tüketim yapisini yansitan “Kovboy
Ekonomisi”, iklim degisikliginin temel nedeni olarak görülmektedir. Bu yapinin
sürdürülmesi durumunda ise ekolojik tasima kapasitesinin asilacagi düsünülmektedir. Bu
baglamda yine Boulding (1966)’in ifadesiyle, üretim ve tüketim yapisini nicel olarak
sinirlayan ancak nitelik olarak sürdürülebilmesine olanak saglayan “Uzayadami
Ekonomisi” ne geçilmesi gerekmektedir.


