Ne günlere geldik, ne kadar geliştik. Artık korku bile parayla satılıyor.
Eskiden böyle miydi? Korku bedavaydı. Korkuya para verilir mi yahu?
Çocukluğumuzda şeytan çarpar, cin çarpar, Allah çarpar, ekmek çarpar, önüne hortlak çıkar denerek verilen korkuların hepsi bedavaydı… Almayanı da dövüyorlardı.
Bir defasında çocukluğumda Burunucu Mahallesinde hocaların çömlek fabrikasının önünden akşam karanlığında geçerken, arkadaşım İbrahim Uzun fabrikanın içerisinden büyük el uzandığını, bunun cin olabileceğini söyleyince beni de bir korku aldı. Korkma İbrahim, yanında ben varım oğlum, gel ben seninle evinizin yanına kadar gelirim, deyip güya cesaret verdim. Sonra gerçekten İbrahim ile evlerinin önüne kadar gittim. Ayrılacağım sırada İbrahim, bizim bahçenin içinden git, hadi korkma dedi.
Ne korkması lan, bende korkacak göz var mı? Hadi sen içeri gir, ben giderim dedim.
Buna karşılık İbrahim yok, hadi git, arkandan bakacağım diye ısrar edince… Gir içeriye, ben giderim dedim, korkudan dörtnala koşacağımı görmesin diye.
İbrahim içeriye girince, cinlerin yetişmesinden kurtulmak için İbrahimlerin bahçesinden olimpiyat şampiyonu atletleri veya karatecileri kıskandıracak çeviklikte bahçe fıraktılarını hiç değmeden atlayarak bir solukta evimizin önüne geldim. Durumu anama anlattığımda bana okuyup üfleme eforu sarf eden anamın soluğu camsız gazlı lambayı bile söndürdü. Lambayı bile söndüren anamın rüzgârından şeytan da kaçmıştır diye düşünmüş olacağım ki, korkum gitti.
Dünya ne kadar değişti, artık öyle bizim zamanımızdaki gibi ucuza korku yok.
Şeytanlar ve cinler belki de insanların korkusundan korunmak için dayanışma Derneği ya da sendikası kurdular. Bu durum karşısında korku arayanlara şeytan ve cinlerde korku verme imkânı kalmayınca, insanlar da ne yapsın, korkuyu parayla alıyorlar.
İstanbul’da böyle salonlar açılmaya başladı bile. Bunların en ünlüleri İstanbul Taksim’de açılan korku evi. Öyle tek korku yokmuş orada. Konsepte uygun performanslar varmış. Kiminin adı cinnet, kimi büyük firar, kimi testere kaçış, kimi Frankenstein, kimi de kanlı köşkmüş.
Sadece İstanbul’da tam 32 tane korku evi varmış. Ankara, Bursa, Antalya, aydın gibi daha birçok ilde de varmış.
Salon görevlileri iddialılar ha… Size, hazır mısın? Bu kapıdan giren herkes, eskisi gibi çıkmaz, diyorlarmış. Korku evi görevlileri olayı şöyle tanımlıyorlarmış: Gerçek bir korkuya hoş geldiniz, diyorlarmış. Korku dolu bir maceraya hazır olun. Kâbuslarınız bu korku evinde gerçeğe dönüşecek! ( Sanki İbrahim ile bizim korkumuz sahteydi).
Şimdi şaka bir yana… Gençleri yanlış ve tehlikeli yollara yönlendirebilecek bu yerlere ruhsat verilmemesi lazım. Korku evlerimi olur? Üstelik ruhsat da verilen! Bu gidişle bu gibi yerlerin mantar gibi çoğalma ihtimali yüksek.
Yok, öyle değil de… Kafeler hani çoğaldı ya, ister misiniz Kafelere inat korku Kafeleri adı altında Kafeler açılsın. Kahvenizi içecek sohbetinizi yapacaksınız, üzerine bir de korkmak için enayice para verip çıkacaksınız. Ha, çıkarken selfiye çekmeyi unutmamak lazım tabi. Bu farklılığı sosyal medya da paylaşmadıktan sonra ne kıymeti var.
Bence Turizm şirketleri uyanmadı bu işe… Kur savaş bölgelerine korku turları… Al paralarını korku sevdalısı kahramanların, sal ölüm kusan vadilere… Ne para kaza kazanılır ama.
Eğer Ünye’de bulunan Turizm şirketlerinden bu işi yapmaya kalkan olursa, kazançtan payımı isterim ha! Çünkü bu yazım pay alma hakkıma delildir, çünkü ben aklınıza getirmiş oluyorum.
Şaka ede ede buraya kadar geldik te. Gençlerimiz nereye geliyorlar, oraya iyi bakmak lazım milletçe.
Not: Köşe yazarı olmaktan her zaman gurur duyduğum Ünye Kent Gazetesi’nin 17. Kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Başta Ali Öztürk ve tüm ekibine başarılar diliyorum.


