Ünye Orta Cami, şehrin merkezi sayılan Orta Çarşı’dadır. Haliyle avlusu, gelip geçenlerin uğradığı bir buluşma noktasıdır. Yakın geçmişinde Orta Cami çevresi çeşitli etkinliklere sahne oldu. Ünye’nin Dünkü Çocukları’nın[1] toplandığı mekândır ki, geçmişte kalan çocuk oyunları bu mekânda yeniden hayat buldu.
Yoğun kullanıldığı için olsa gerek, diğer camilerde pek görülmeyen bir uyarı levhası iliştirmişler –haklı olarak- caminin duvarına:
“Camiler Allah’ın evleridir. Cami avlusu ibadet edilen caminin içi hükmündedir. Cami avlusunda cami adabına uygun olmayan söz ve davranışlardan kaçınılması, sigara içilmemesi rica olunur.”
Rica olunan mevzuda haklıdır tabela sahibi…
Ancak camiler için kullanılan “Allah’ın evleri” ifadesi ne anlama gelmektedir?
Camiler Allah’ın evi midir?
Allah’a bir mekân bulma anlamına gelmez mi?
Camiler Allah’ın evi mi?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklaması şöyledir:
“‘Allah’ın evi’ terkibinin Arapça karşılığı ‘Beytullah’ olup Kâbe hakkında kullanılan bir ifadedir. “Beyt”ten maksat, Kâbe’dir. “İbrahim ve İsmail’e; ‘Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik.” (el-Bakara, 2/125) âyetinde de ev kelimesi Allah’ın zâtına izafe edilmiştir.”[2]
Kâbe’ye Allah’ın evi denilmesi, yeryüzünde yapılan ilk mabet olmasına dayandırılır.
Putperestliğin yıkılıp İslâm inancının yerleşmesi için Kâbe dini bir sembol kabul edilmiş ve Müslümanların namazlarında yöneldikleri mekân olarak kabul edilmiştir.
Âl-i İmran suresinde (3/96) “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe) dir.” denilmektedir.
Birkaç kez yıkılıp yeniden inşa edilen Kâbe, insanların ilk mabedi midir?
İngiliz yazar, yorumcu ve dinler tarihçisi Karen Armstrong’un dediği gibi: “İnsanlar insan olarak tanındıkları andan itibaren tanrılara tapmaya başlıyorlar. Dinler tarihi çalışmalarım bana insanların tinsel hayvanlar olduğunu öğretti. Gerçekten de homo Sapiens’in homo religiosus olduğunu ileri sürmenin geçerliliği var.”[3]
Din ile birlikte var olan insanın inancı gereği ilk edimlerinden biri de tapınmadır. Dini ritüeller, dans ve benzeri hareketlerle ortaya çıkan bu eylem, aynı zamanda tapınma mekânı olan tapınakları da beraberinde getirir.
Sümerler, insan neslinin bilinen ilk uygarlıklardan biridir ve ilk mabetlerden zigguratların inşasını da Sümerler yapmıştır. En eski ziggurat örnekleri Uruk'ta inşa edilmiş olup basit yükselti platformlarıdır. Ubaid dönemine tarihlenen bu yapılar MÖ 4000'li yıllara aittir. Şüphesiz daha eski ve basit mabetler de tespit edilmiştir; bunlar açık hava tapınma mekânlarından doğal kaya oyuklarına ve mağaralara kadar gider.
Tekrar Din İşleri Yüksek Kurulu’nun açıklamasına dönersek: “Allah, Kâbe’yi Allah’ın evi buyurarak onun şerefini yüceltmiştir. Allah için ibadete mahsus olan tüm camiler ve mescitler için de “Allah’ın evi” terkibi kullanılır. Nitekim bir hadis-i şerifte; “Yeryüzünde Allah’ın evleri; mescitlerdir. Oraya gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, 10/161 [10324]) buyrulmaktadır.”[4]
Ne var ki bu açıklamalardan “Allah’a bir mekân isnat etme” çabası çıkarılabilir zannıyla şu ilave yapılmış: “Bu itibarla “Allah’ın evi” tabirinden Allah için ibadet edilen yer anlaşılmalı, asla Allah’a isnat edilen bir mekân anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah (c.c.) zaman ve mekândan münezzehtir. O, bir mekânda olan değil, bütün mekânları kuşatmış olandır. Zaman ve mekân mahlûk/yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O, yaratılmışlara has özelliklerden münezzehtir, yani uzaktır.”[5]
Hıristiyan İnancında Kiliselerin Konumu
Hıristiyan mabetlerine kilise denir. Kilise, diğer mabetlerden farklı bir fonksiyona sahiptir. Kilisenin hem bina hem de teşkilat anlamı vardır.
Kilise, bina olarak Hıristiyanların ibadet ettiği yeri, teşkilat olarak ruhban sınıfını ifade eder. Bundan dolayı kilise; hem İsa’nın manevî vekili, hem Tanrı’nın Evi, hem de cemaattir.
Dolayısıyla Tanrı’nın Evi tabiri, yaygın olarak İsevi topluluklarda kullanılmaktadır.
Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Pierre, M.S. 29-40 tarihleri arasında Antakya’ya gelerek Hıristiyanlığı dünyanın ilk “mağara kilisesi” olarak kabul edilen St. Pierre Kilisesi’nden yaymaya çalışmıştır. Dini toplantıların yapıldığı bu kilisede “Hıristiyan” (Hz. İsa taraftarı) adının cemaate ilk kez burada verilmiş olması, St. Pierre Kilisesi’ni Hıristiyanlığın ilk kiliselerinden biri olmasını sağlar.
Pavlus’un mektuplarında ekklesia “inananlar topluluğu” (hıristiyanî topluluk), “belli bir bölgenin Hıristiyan halkı” (mahallî kiliseler), “bütün Mesîh’e inananların oluşturduğu cemiyet” (evrensel kilise) anlamlarında kullanılmakta, hakikatin direği ve esası, Allah’ın evi olarak takdim edilmektedir (Timoteos’a Birinci Mektup, 3/15).[6]
Epifani
Noel ile ilgili ve onun devamı olarak kutlanan bir bayram olan Epifani “Görünme”, “belirme” anlamına gelir. 6 Ocak tarihinde kutlanan bu bayram, günümüzde genelde İsa’nın vaftiz bayramı olarak kutlanmaktadır. Epifani, soylulara ve çobanlara çocuk İsa’nın görünmesini ifade eder.
Yeni doğan İsa’ya müneccimlerin gelerek saygı göstermeleri, Kana’daki düğünde İsa’nın küplerdeki suları şaraba çevirmesi, vaftizi esnasında; “Göklerden, ‘sen benim oğlumsun, senden hoşnudum’ diyen bir sesin” gelmesi (Markos, 1:11) onun tanrılığının dışa vurulması olarak görülmektedir. Katolik Kilisesi’nde İsa’nın vaftiz edilmesi, Epifani’den bir hafta sonra kutlanır.
İsa'nın doğumundan 12 gün sonra kutlanmasına atfen On ikinci gün bayramı olarak da anılan Epifani, O'nun, mesih olduğunu müjdeleyen yıldızın belirmesiyle üç kralın ziyarete geldiği ve vaftiz edildiği gün olarak kabul edilir.[7]
Epifani Bayramı dolayısıyla Hz. İsa'nın vaftiz edilişini sembolize eden “denizden haç çıkarma” törenleri düzenlenir.
Epifani kelimesinin kökeni, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde belirme, görünme, gözükme, ortaya çıkma, oluşma, belirti anlamlarına gelen “tezahür” kelimesinin, Yunancadaki karşılığı olan “epiphaneia”ye dayanır.
Hz. İsa’nın göğe yükselişi ve yeniden yeryüzüne inişi (mesih) Epifani ile yakından ilgilidir ve kökleri Antik Çağ’ın pagan inancına dayanır.
Epiphaneia, Antik Yunan’da bir tanrının insanlara görünme olayıdır. Antik Roma’da ise tanrıların imparatorlarda tezahür etmesi, bir anlamda kişiselleştirilmesidir.[8]
Antik Çağ sikkelerinde yer alan Epiphaneia lejantı, yöneticilere atfedilen önemli unvanlardan biridir. Kanuni Sultan Süleyman da kendini “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” olarak tanımlar. Bu tanımlama bir Antik Roma geleneğidir ve pagan inancına dayanır.
Tanrının cisimleştirilmesi Antik Yunan’da daha belirgindir. “Görünür” olma durumu, tapınak adı verilen mabetlerde tanrı heykelleri olarak tezahür eder. Antik Yunan tapınakları o dönemde mekânsal olarak doğrudan tanrının evi konumundadır.
Tanrıyı temsil eden heykeller, tapınakların cella yahut naos denen “özel” bölümünde bulunur.
[1] Ünye’nin Dünkü Çocukları unutulmaya yüz tutmuş oyunları milli bayramlarda sergileyerek kutlamalara renk katan ve gelecek kuşaklara taşımayı amaçlayan dernekleşmiş gruptur. Ekşi Sözlük’ün tarifiyle her siyasi görüşten ve inançtan çılgın Ünyelüyü ve Ünye’yi sevenleri içinde barındırır; tam bir Türkiyelilik manifestosudur. Mizahla, neşeyle, vatanseverlikle ve çocuk saflığıyla yoğruludur.
[2] Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 12.07.2017 tarihli açıklaması.
[3] Karen Armstrong, Tanrı'nın Tarihi (A History Of God), Ayraç Yayınları, Ankara 1998, s.11
[4] Diyanet İşleri Başkanlığı Agy..
[5] Diyanet İşleri Başkanlığı Agy..
[6] Aktaran: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 26.Cilt, S. 11
[7] Üç bilge kral Caspar (Gaspar), Melchior ve Balthazar olarak anılır. İncil: Matta ve Luca, II. Bölüm
[8] Personafication.