Kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratılan sevgilinin doğum yıldönümünü kutluyoruz. Doğumunun üzerinden 1451 yıl geçti. Bu gün kadar taze, bu gün kadar heyecan verici, bu gün kadar Ümmeti Muhammed’i mutlu edici. İşte bu büyük olayın adı: Mevlid-i Nebidir.
Kur’an’ın tebliğcisi, hak ve hakikatin temsilcisi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (as) dünyaya teşriflerinin yıl dönümüdür.
Efendimizin kendi ifadesiyle: “Ben babam İbrahim’in duasıyım. Kardeşim Hz İsa(as)ın müjdesi, Annem Amine’nin rüyasıyım.(Hakim,ıı,453)
Bütün alem, canlı-cansız, kadın erkek, büyük –küçük, merhameti, şefkati, hak ve hakkaniyeti velhasıl adaleti O’ndan öğrendi. Onunla insan olmanın, değer bulmanın, kıymetli olabilmenin bütün alanlarını, manalarını yaşadı. Anneler-babalar çocuklarına, Ahmet, Mehmet, Mahmut, Muhammet isimlerini koyarak O’nu sinelerinde, gönüllerinde evlerinde hep yaşattılar, yaşatıyorlar ve kıyamete kadarda yaşatacaklardır. Bu ümmet O’nunla vefayı öğrendi. Vefanın ne anlama geldiğini bildi ve yaşadı.
Çünkü o biz ümmetine vefanın ne anlama geldiğini şöyle anlatıyordu: Sabahlara kadar ibadet ettiğini, günde yüz kez tövbe ettiğini gören eşi Hz. Aişe validemize: Allah’ın daha çok sevdiği kul olmayayım mı diyerek anlatıyordu.
Çünkü o bize şunu öğretiyordu. Bizi yediren içiren, her türlü nimeti bize bahşeden Kâinatın yaratıcısına kulluğumuzla, ibadetlerimizle bütün söz ve davranışlarımızla teşekkür etmeliydik. Bize iyilik yapana, bizi koruyup kollayana, her türlü güzelliği bize yaşatana misliyle mukabelede bulunmalıydık. Nankör olmamayı, iyiliği karşılıksız bırakmamayı, ahde vefa gösterebilmeyi yine biz O’ndan öğrenmiştik. En büyük vefa Allah’a gösterilmeliydi.
Bunu anlatıyordu Kâinat Peygamberi.
Ancak, böyle bir anlayış evimizi, sokağımızı, köyümüzü, şehrimizi düzeltebilir. Bu duygularla yaşarsak ve yaşatırsak evlatlarımız, çocuklarımız, akraba ve komşularımız bizim kıymet ve kadrimizi bilir ve daha dünyada iken caddemizde, sokağımızda cenneti, mutluluğu, saadeti yaşarız.
İşte Peygamber (as) dönemine asr-ı saadet denilmesinin altındaki espri budur. Vererek mutlu olmak. İyiliğe misliyle karşılıkta bulunarak mukabele edebilmek. Kendini değil, mümin kardeşini tercih edebilmek. İçimizde kin, nefret, husumet çoğaltarak değil, bilahare sevgiv saygı, muhabbet biriktirerek evimize komşumuza hayata bakabilmek.
İşte bütün bunlar gönül huzurumuzu ve mutluluğumuzu artıran işlerdir. İşte en güzel örnek, en güzel rehber bize böyle olabilmeyi bizzat yaşayarak öğretmişti.
Amcası Ebu Talibin hanımı Fatıma yengesi vefat ettiğinde Peygamberimiz çok üzülür. Gözyaşı döker. Çünkü çocukluk yıllarında amcasının yanında kalırken yengesinin ona nasıl baktığını, Onunla nasıl ilgilendiğini, diğer çocuklarına yedirmeyip O yetim diye O’na yedirip içirdiğini, O’nu giydirip, yürüttüğünü-büyüttüğünü hatırlar ve vefasını onu kendi elleriyle kabrine defnederek göstermişti. İşte vefalı olmak buydu.
Aynı vefayı annesi Amine’ye, sütanneleri Ümmü Eymen’e, Halime’ye ve sütkardeşi Şeyma’ya gösterdiği vefa örnekleriyle dolu yaşanmış bir hayatı vardı efendimizin.
Kabe'nin, Mescid-i Nebevinin ve Mescid-i Aksa’nın şubeleri camilerimizi mescitlerimizi, şenlendirmek, cemaatsiz bırakmak üzerimize bir vebal olduğunu unutmayalım. Şehrin kalbini daima diri tutalım. Vakit namazlarına devam edelim. Çocuklarımızı gençlerimizi camilerde mescitlerde buluşturalım. Allah ve resulüne itaatimiz vefamız tescillenmiş olsun.
Bu gün bunlara muhtaç isek şöyle dönüp Peygamberi Ahlaka bakalım. Anneler ve babalar olarak çocuklarımızı mutlu edemiyor, evlatlarımız bizi dinlemiyor ve bizlere gereken vefayı göstermiyorlarsa tekrar tekrar dönüp Muhammedi Ahlaka ve yaşayışa tekrar bakalım ona göre kendimizi bir daha gözden geçirelim.
Allah ve Resulünü anlamanın ve rızasına erebilmenin yol ve yöntemlerini sizlerle paylaşmak istedim. Sevgiliye layık olmak için çabalarsak mutlaka karşılık buluruz. Mutlaka O’nun sevgisini kazanırız, onu anlamış oluruz. Yeter ki gayret edilsin. Yeter ki çaba gösterilsin.


