FATMA CANBULAT ERDEM

Tarih: 07.12.2024 10:49

Pınar Eğilmez’den Gece Geçen Gemi

Facebook Twitter Linked-in

Pınar Eğilmez’in 2017’de yayımlanan ilk romanı "Uçan Tabut" ve 2018 yılında yayımlanan ikinci romanı “Tanık” tan sonraki yeni romanı “Gece Geçen Gemi” altı yıl aradan sonra 2024 yılı Ekim ayında yayımlandı. 

2017 yılının Aralık ayıydı Pınar Eğilmez ile röportaj yapmak üzere Ankara’da bir araya geldiğimizde; Uçan Tabut eleştirmenler ve edebi çevreler tarafından çok başarılı bulunmuş, Ayşe Arman’ın röportajı sonrası ben dahil birçok okurda merak uyandırmış, kitabı yok satan, başarılı yazarlar kategorisine girmiş bir yazardı. O gün ‘bir kadının, bir yazarın’ heyecanına ve şaşkınlığına şahit olmak çok güzeldi. 

İstanbul, Atina ve Afrika sahillerine uzanan toplumsal olayların ve psikolojik unsurların iç içe geçtiği ayrı ayrı dört karakterin bakış açısıyla insan ilişkilerini, acıyı ve aşkı anlatan bir kurgusu var Gece Geçen Gemi’nin. Toplumsal birçok dayatmaya karşın hayatını özgürce yaşayan biri Libyalı biri Türk iki kadın var romanda; Jihan ve Füsun.

Peş peşe iki roman yazıp uzunca bir aradan sonra geri dönmeniz beni çok heyecanlandırdı. Güçlü kaleminizle aşkı ve acıyı, psikolojik çözümlemelerle harmanlamanız ve yarattığınız kurgu dünyası öyle sihirli ve katman katman ki okumalara doyulmayan bir roman çıkmış ortaya.

ANKARA’DA SANATÇILAR SIKINTIDAN BESLENİR

Bu altı yıllık süreçte Ankara’lı Pınar’ın hayatı nasıl bir kurguda aktı?

Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederek başlayayım. İlk iki romanım ben yurtdışında yaşarken yayınlanmıştı. Hayatımın o safhası bitip Ankara’ya geldikten sonra üretimimde bir duraklama dönemine girdim. Bunun tabii ki Ankara ile bir ilgisi yok :) Sizin de yukarıda bahsettiğiniz gibi Edebiyat dünyasına hızlı ve başarılı bir giriş, bende beklenenin aksine bir ‘kalakalma’ sürecini tetikledi. İyi bir yazar olduğumun çeşitli çevrelerce onaylanması, tuhaf bir korku ve sorumluluk hissi yarattı bende. Üçüncü romanda çok daha iyi bir şeyle gelme zorlantısı belki. Bu da ancak benim zihinsel derinleşmemle mümkündü. Yaratıcılık anlamında Ankara’da 6 yıl durdum. Durmalara doyamadım :) En sonunda Gece Geçen Gemi ile geldim. Kitap vücut bulduğunda, bu zamana kadarki en iyi dosyam olduğuna emindim. Şöyle bir söz vardır, belki bilirsiniz. İstanbul’da sanatçılar İstanbul’un verdiği ilhamla, Ankara’da sanatçılar sıkıntıdan beslenir. Sıkıntı hissi doğru değerlendirilirse, zihinsel derinleşmenin önemli bir katalizörüdür. Sorunuzu bu bağlamda cevaplarsam; teşekkürler Ankara :)

Yeni romanı elime aldığımda tanıdıklara rastladım; “Uçan Tabut” karakterlerinden Füsun, Hikmet, Arif Dede ve yepyeni bir karakter Jihan. Uçan Tabut, Tanık ve Gece Geçen Gemi romanlarınıza üçleme diyebilir miyiz?

Pek tabii ki diyebiliriz. Ama bu üçleme, kitapların sırasıyla okunmasını gerektiren bir üçleme değil. Üç kitap da kendi içinde kurgu bütünlüğüne sahip. Okur istediğini istediği sıra ile okuyabilir. Ya da sadece kitaplardan birini okuyabilir. Hepsinde ortak karakterlerin yer alması, okur için sevdiği karakterlerin zaman diliminde bir başka yaşantısını bir diğer kitapta bulabilmesi hoşluğunu amaçlamakta.

OKURUN KENDİ ACISI İLE TEMAS EDEBİLMESİNİ HEDEFLEDİM

“Değişen değil, değiştiren gerçektir. Dünya değil aşk gerçektir.”

“Coğrafyanın problemlerini plato yapıp onun üzerinden aşkı anlattım ama, aşkı plato olarak kullanarak da insanın – çarpık bir şekilde – kendini merkeze alarak yorumladığı acıyı anlattım” diyorsunuz bir röportajınızda. Ne çok acı var hayatımızda; Ensest, çocuk ve kadın istismarı, kadın cinayetleri, doğa ve hayvan katli, terör. Nasıl yaşayabiliyor insanoğlu bu kadar çok acıyla?

Ben harcının ana malzemesi duygular olan bir insanım ama bu soruya rasyonel bir yerden cevap vereceğim. İnsanoğlu bu kadar çok acıyla yaşamayıp da ne yapacak? Yaşam içinde acı var. Bu değiştirebilir bir durum değil. Şu ya da bu acıyı önleyebiliriz. Ama acının kendisini önleyemeyiz. Acının itici gücünü göz ardı ediyoruz. Yaşam birbirini takip eden daralmalar ve genişlemeler ile ilerliyor. Acı; ilerleyebilmemizin, daha geniş düzlemlere sıçrayabilmemizin sebebi. Yay gerecek ki ok fırlayacak. Acıyı deneyimlemeye direnç göstermediğimiz bir zihin yapısına ulaştığımızda ise yaşanan acının olumlu taraflarını da görebilmeye başlıyoruz. Ve tatlı zamanların olumsuz taraflarını. Bu zihin yapısından öncesi sadece isyan.

DAHA İYİ VERSİONUNUZUN KAPILARININ AÇILMASI İÇİN

“Görmeyince yok sanılan acıların hepsi onları görmeyenler uyurken, gece geçen birer gemi.” Bireysel veya toplumsal acılara hep bir gözlemci olarak baktığımız gerçeği bu cümle ile yüzümüzde bir şamar gibi patlıyor. Sadece gördüğümüz çarpıklıklara o an belki tepkisel davranıp sonra unutup sıradan hayatımıza dönüyoruz. Hikmetin söylediği gibi “bana görünmeyen acılar ben görmüyorum diye yoklar mı?” sorusunu kendinize sorduğunuzda nasıl bir hesaplaşmaya giriyorsunuz?

Güzel bir noktaya parmak bastınız. Gece Geçen Gemi, tamamen bu iç hesaplaşmam sayesinden hayat bulan bir roman. Önce sırasıyla şunları fark ediyoruz: Yaşanan bütün acılara gözlemci olup tepki vermemizin mümkün olmadığını. Sonra asıl meselenin tepki verip vermemekten çok başka bir şey olduğunu... Sonra radarımıza takılan acılara verdiğimiz tepkilerin orantısızlığını (fazla ya da az). Aynı orantısızlıkla tepkimizin sönüşünü (erken ya da geç). Sonra şu soruyu kendimize sorabiliriz: Dünyada olan bir sahneye yönelttiğimiz tepki gerçekten de o sahneye mi? Bilinçsizce, asıl kendi acımız görünür olsun, birisi görsün istiyor olabilir miyiz? Veya kendi acımıza hiç temas edemiyor olduğumuz için bütün dikkatimiz dışarıda olabilir mi? Ben Gece Geçen Gemi’de de diğer romanlarımda da en alt katmanda, okurun kendi acısı ile temas edebilmesini hedefledim. Önce temas. İyileşme, temastan sonra gelir. Ve kendi ile temas edip kendini iyileştirmeden önce kimse dış dünyada bir yaraya merhem olamaz. Dışarı yöneltilen tepki, kişinin anlık deşarjından ibaret kalır. Kendi yazı dilimi ‘psiko kurgu’ olarak tanımlamamın sebebi de yazarken aklımdan çıkarmadığım bu temel hedefimdir. 

“Minnet telaşla ödenmez, şefkatle ödenir. Hele önce bir kendi halinden anla” 

Darda kalan tüm kulların karşısına Arif Dede gibi bir mürit çıkmasını diledim. O ne güzel bir söylemdir; ‘Ben senin etini kazıdım. Etinde çukurlar açtım. O çukurlara tohumlar ektim. Günü gelince bir yağmur yağacak. Tohumlar yeşerecek.’ Hayatınızda kayboluşlarınız oldu mu, yolunuzu bulmanızı sağlayan sizin kutup yıldızınız kim veya hangi olaylar oldu?

Olmaz mı? Hayatım kaybolmalarla geçti. Kendimde geriye dönüp baktığımda, biraz değişik bir cevap olacak belki ama, bu röportajın okurlarına şunu söyleyebilirim: Hayatınızda en aptal bulduğunuz, en adamdan saymadığınız veya size en çok acı vermiş olan, en tanımaz olaydım dediğiniz insanlara dikkat edin. Tarafsız bir gözle bakarsanız, onlar sayesinde yolunuzu bulduğunuzu, onların hayatınızdaki rolünü takiben size daha iyi bir versiyonunuzun kapılarının açıldığını göreceksiniz :)

NAMUS, KRİTERLERİNİ SİZİN BELİRLEYECEĞİNİZ BİR KAVRAMDIR

“Bir tehlike anında birbirimizin yanında koşulsuz saf tutacağımızı biliyorduk. Kadın atalarımızdan DNA’larımıza işlenmiş bir nakış gibi biliyorduk.” 

Füsun’un “Bizim ailenin kadınları namuslarını değil dengelerini korumak için yaşardı.” cümlesine romanın birkaç yerinde rastladım. Bu cümle beni düşündürdü. Genelde tam tersi olur ya Türk toplumunda, biraz açabilir misiniz bu cümlede anlatmak istediğinizi?

Bu Füsun ve ailesinin kadınları üzerinden, genel geçer olana protest bir cümle. Belki de bu ailenin kadınlarına giydirdiğim kimlik üzerinden, kendi coğrafyamızın kadınlarına sesleniyorum. Ey kardeşlerim, bırakın size takılan çarpık namus prangasını kutsamayı, kendi varoluşunuzu kutsayın. Namus, kriterlerini sizin belirleyeceğiniz bir kavramdır. O da canınız isterse. Meydanı boş bırakmayın. Bakın Füsun ve ailesindeki kadınlara! Diyorum belki kim bilir.

KENDİMİZE BİR ŞEYLER SORMAMIZI PEK SEVİYORUM

Füsun’un Instagram için yaptığı tespitleri gülerek okudum, çok doğru tespitler. “Bu minicik profil fotoları minik dopamin kapsülleriydi.” Yalnızca beğenilmek, olumlu yorumlarla mutlu olmak için bir oyun yeri mi sosyal medya sizin için?

Ben sosyal medyayı işim üzerinden içerik üretmek için kullanıyorum. Ama elbette ben de haz ile güdüleniyorum. Gerçek hayatımda işler ters gidiyorsa, bir paylaşım yapıp gelen olumlu yorumlarla, beyin kimyamı şenlendirdiğim oluyor. Veya herhangi bir acımı, uzun süre sosyal medyada vakit geçirerek uyuşturabiliyorum. Bunu insani buluyorum. Sosyal medyadaki bu tür davranış biçimlerimizin; fazla alkol tüketmekten, gece yarısı bir bütün pasta yemekten, kendini aklına getirmemek için işkolik olmaktan farkı yok. Şunu sorabiliriz belki kendimize; bu davranışım hangi ihtiyacıma hizmet ediyor? Ve bu ihtiyacımı daha sağlıklı başka hangi yollarla giderebilirim? Sanırım ben durup durup kendimize bir şeyler sormamızı pek seviyorum. Öyle görünüyor :)

“Hayatın; erişiminin bile olmadığı, bilincinin en derinindeki inançlara göre değişiyordu.”

İnsanoğlu dış dünyadaki oyuncaklara öyle bir tapmaya ve oyalanmaya başladı ki kendi özünü -cevherini- o erişimin olmadığı yeri unuttu. Sizin edebiyat vasıtasıyla yaptığınız oraya erişimi sağlamak için arayışa geçmemiz mi?

Yukarıda da bir parça değindiğim üzere, benim temel amacım iyi edebiyat vasıtasıyla önce kendimin sonra insanların hem iyileşme hem uyanış yolculuklarına eşlik etmek. Bunu ben icat etmedim. Edebiyat zaten bu demek. Edebiyat, Sosyal Bilimlerin atasıdır. Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe ve hatta Psikanaliz Edebiyattan türemiştir. Hiçbir şey yokken önce hikâye vardı. Hikâye yazıdan bile önce vardı. Hmm o zaman şunu da ekleyelim, çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerden önce de hikâye vardı. Bütün inançlar bir hikâyeye inanmakla başlamıştır. Hikâyenin gücü üzerine daha çok düşünmemizi dilerim.

BİRKAÇ İYİ ADAMIN DA BİZ KADINLARLA BİRLİKTE MÜCADELEDE SAF TUTMASI GEREKİYOR

Gerilla Deniz Kızları hikayesi tüm ezilen, fedakâr, çile çeken, istismara uğrayan tüm kadınlara ithaf edilmiş hissi uyandırdı bende. ‘Hiçbir şey uzun süre görmezden gelinen acılardan daha güçlü değildir.’ ‘Esmer, sıska ama bir dağ keçisi kadar sağlıklı genç aşıklar’ bu acıları görmemelerinin bedelini ödüyor, ya bizim dünyamızda ne zaman bu bedeli ödeyecek bu kör divaneler?

O kolay olmayacak. En azından bizim ömrümüz bunu görmeye yetecek mi bilmiyorum. Bizim güncel mücadelemizin hasadı gelecekte toplanacak. Bu bile başlı başına değerli. Ataerkil toplum yapısının terk edilmesinden bahsediyorum. Bu yapı altında; ezici çoğunluk kadınlar olmakla birlikte, erkekler de mağdur. Ataerkil toplum yapısı, erkekten de beklediği gerçek dışı beklentilerle onların da canını okuyor. Sanırım şunu demek istiyorum; aklı çalışan o birkaç iyi adamın da biz kadınlarla birlikte mücadelede saf tutması gerekiyor. Başka çıkış yolu yok. Kitabın ana arkında yer alan Gerilla Deniz Kızları öyküsü, uzun süre görmezden gelinen acılarına karşılık en sonunda vur-kaç savaşı yöntemiyle bir köyü yok eden bir avuç deniz kızının hikayesi. Birçok okur bu hikâyeden çok etkilendi. Buna mutlu oldum.

“Aklımın almadığını aşkım alıyordu” 

Böyle anlamlı cümlelerle karşılaşınca adeta bir kişisel gelişim kitabı okur gibi oldum; ‘Ve insanı bir tek karşılığı kendi içinde de olan şeyler üzebilir.’ ‘Bir eleştiri sana dokunacaksa bir tek senin içinde karşılığı olan eleştiri dokunur. Yoksa niye dokunsun?’. Sizi kimler ve hangi kitaplar etkiliyor, başucu kitaplarınızdan bahsedebilir misiniz?

Irvin Yalom, Engin Geçtan, Ayfer Tunç bir solukta söyleyebileceğim isimler.

“Yalnızlık, sadece sarhoş olduğunda unutabildiğin aşk acındı”

Hayat yolculuğunda aklının sesini değil de öncelikle yüreğinin sesini dinleyenlerdenim. Füsun’un söylediği gibi aklımızın iplerini elimizde tutmak ne kadar yıpratıyor bizi?

Füsun’u ve beni çok yıprattığı kesin :) Bu herkeste aynı şekilde çalışmaz. Çoğu insan kendini sorgulamadan, kendini gerçekten bir kez bile görmeden, sadece dış dünyayı överek veya yererek geçip gider. Farkındalığı yüksek olmak, yıpratıcıdır ama çok iyidir şeklinde bir güzelleme yapmıyorum. Hayatımın öyle bir dönemindeyim ki farkındalığı hiç olmayan ve tamamen uyuyarak bu hayattan geçip giden insanların da tam da öyle geçip gitmeleri gerektiğini, bunun da tamam olduğunu görebiliyorum. Ne isen tam da öyle var olacaksın ve bu tamam. Benim de uyumamın mümkün olamayacağı ve bu formatta yıpranacaksam yıpranacağım gerçeği gibi…

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim. Zevk alarak cevap verdiğim sorular oldu. Emeğinize sağlık.

Fotoğraflar: Çağdan Montaş

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —