HÜSEYİN OKUŞ


Sağlam Bir İtikadla Olur


İstikameti, yolu doğru olanın yükü ağır olur denir. İşte bu ifade iman eden müminleri çokça ilgilendiren bir sözdür. Allah’ın rızasına, Peygamberin yoluna erebilmenin yegâne şartı sağlam bir iman ve Allah’a teslimiyette olur.

Aşağıda  manasını vereceğim ayette mümin olmanın zorluğu ortaya konmaktadır. Bu tarihi vakanın bu güne nasıl ışık tuttuğunu hep birlikte Rabbimizden dinleyelim. 

 (Ey inkâr edenler!) Allah müminleri pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Allah size kaybı da bildirecek değildir; Fakat Allah peygamberlerinden dilediğini bunun için seçer. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin; inanır ve sakınırsanız sizin için büyük bir ecir vardır.(Al-i İmran,179)

Bu ayet Müslümanların Uhud Savaş’ındaki yenilgilerinin hikmetlerinden birini ortaya koymaktadır.

Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye göç edip, Medine’ye yerleştiğinde Müslümanların sayısı hızla artmıştı. Uhud Savaşına gidilirken bin kişilik bir ordu olduğu halde bunların üç yüzü inanmadığı halde inanmış taklidi yapan münafıklardı. Böyle bir ordu ile savaş nasıl kazanılacak ve İslam’ın değerleri dünyaya nasıl anlatılacaktı.

Müslümanın imanı inanmayanlara öyle bir örnek olmalıydı ki inkârcılar bile imana gelmeliydi. Nitekim tarih bunu çok kez tecrübe etmiştir.

İşte Rabbimiz Uhud günlerinde bu karışık durumun devam etmemesi için samimi müminleri münafıklardan ayırt etmek için bir sebep meydana getirdi ki, o’da Uhud Savaşı’dır.(Kur’an Yolu Türkçe Meal s.722 çilt 1) Çünkü o günlerde Müslümanlar sayıca bir güce ulaşmışlar ama içlerindeki samimiyetsizlerden dolayı bir facia yaşamışlardı.

Allah bütün kâinatı bir düzen ve sebepler dairesinde yönetir. O günde, bu günde Allah kimin samimi kimin değil onu müminlere bir bilgiyle ortaya koyabilirdi. Lakin Allah’ın bir sünneti vardı.

Her türlü başarı ve zaferin arkasında büyük bir iman gücü vardır. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz”(Al-i İmran,139) der Rabbimiz.

İslam tarihinin en parlak ve en gelişmiş dönemleri, inancın ve imanın en üstte olduğu zaman dilimi aralıklarında olduğu görülür.

İspanyaya ulaşan Tarık Bin Ziyad’ın askerlerine “Önünüzde düşman arkanızda deniz derya” diyerek onları düşmanla vuruşmaya çağıran ruh inanmışlığın en zirve hali değil midir?

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethine olan inancı, “Ya İstanbul’u feth eder alırım, ya da İstanbul beni alır.

Ya şehit olurum, ya da gazi… Bütün bunlar imanın zaferidir.

Allah zaten son tahlilde inananla inanmayanı mutlaka ayırt etmektedir. Bu da Rabbimizin bir sünnetüllahıdır. Samimi olanla olmayanı ayırdığı gibi. Bilenle bilmeyenlerin bir olmayacağını (Zümer,9)  görenlerle görmeyenlerin (Fatır,19)  bir olmayacağını hakkı tutup kaldıranlarla kaldırmayan ya da isteksizce tutanların (Hac 11) aynı olmayacağını bildirdiği gibi.

Bütün zaferlerin, başarıların arkasında büyük bir inancın/imanın olması gerektiğini tarihi tecrübemizle Rabbimizden öğreniyoruz.

Çoğu zaman basit işlerimizde bile gayret etmeden, işin olacağına canı gönülden inanmadan, bir iki dokunmayla olmadığına şahit oluyoruz. Hâlbuki sen saatlerini, günlerini haftalarını o iş için harcadın mı? Gerçekten olacağına bütün kalbinle inanıp gereği için çalıştın mı? 

Rüyalarını o iş süsledi mi?

İşte Allah’a ve Peygambere iman da böyle bir şeydir. Rüyalarını süslemeden, zihnini meşgul etmeden, yorgunluğunu bedeninde hissetmeden Rızayı Bari’ye ulaşmak mümkün değildir.

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593