Büyük mütefekkirler ebed âlemine ayrilirken geride büyük bir miras birakirlar. Mirastan da öte büyük bir emanet birakirlar. Bu emaneti korumak kollamak, yasatmak, onun üzerine kafa yorup gelistirmek ayri bir sorumluluk, ayri bir mesuliyettir.
Peygamber Efendimiz veda hutbesinde söyle buyurmustur. Ümmetim size iki emanet birakiyorum. Bu iki emanete sahip çikarsaniz, asla dalate düsmez yolunuzu kaybetmezsiniz. O iki emanet; Kur’an ve sünnettir.(Muvatta’, Kader, 3.)
Iste asil olan Kur’an-i ve usul olan sünneti kendilerine rehber edinen gönül erlerinden, Allah dostlarina, mütefekkirlerden, ilim adamlarindan, din adamlarina, bu âlemden ne büyük degerler geldi geçti.
Iki hafta önce Ünye’de Yunus Emre’yi anma programlari düzenlendi. Onun insanliga biraktigi, ortak degerimiz olan, sevmek, sevilmek, sevdirmek anlayisindan, dürüst/dogru insan olma anlayisina, dünyanin gelip geçiciliginden, gönül kirmamaya, hakkin divanina nasil varilmasi gerektiginden, etrafimizi nasil imar edebilecegimize kadar birçok konuyu yine onun ögretilerinden dinledik.
Yunusla hirsimiza yenik düsmemeyi, insanlara zarar vermemeyi, kalp kirmamayi ögrendik. Devrinin üstatlari, Tapduk Emrelerden, Ahmed Yesevilere, Sultan Veletlerden, Hacibektas Velilere ve Mevlanalara kadar, aslinda hepsinin ayni seyi söylediklerini gördük, görüyoruz. Düsünen insan olabilmek. Allah ve Resulünü anlayabilmek ve Peygamber ahlaki ile ahlakimizi güzellestirmektir. Askla, gayretle çalisip hem gönül dünyamizi, evimizi, hem de caddemizi sokagimizi bütün dünyamizi imar edebilmektir. Unutulan/yitirilen hakikati tekrar hatirlatmaktir/bulmaktir.
Geçtigimiz günlerde bir mütefekkiri bir büyük degeri daha ebedi âleme yolcu ettik. Rabbim makamini mekânini cennet eylesin. O “Yitik Cennet’’inden buldugu cennetine ulasti. Dirilis neslinin insasi, ihyasi için onlarca yazi, siir, kitap kaleme aldi. Bütün bunlar nesredildi. Büyük bir nesil bu siirlerle, yazi ve kitaplarla büyüdü.
Yüce kitabimiz bir yandan geçmisi, o darbi meselleri ögütleri anlatirken, bir yandan bu günü/ani anlatir. Bir taraftan da gelecegi, cenneti ve cehennemi anlatir, tasvir eder.
Bütün mütefekkirler de aslinda Kur’an-i ve Peygamberi anlamanin ve anlatmanin pesindedir. Bazen siirle, bazen düz yazi ve hikâyelerle. Rabbimiz Kur’an’da dünya hayati/menfaati kisadir. Hayirli olan ahret yurdudur der. (Nisa,77).Yunus bunu söyle tercüme eder. Ana rahminden geldik pazara. Bir top kefen aldik döndük mezara.
Sezai Karakoç ise, zamanla hakikati unutan insanoglu su ile olan imtihanini Hz. Nuh (as) ile vermistir. Nuh’tan sonra insanligi hayvanliga düsüsten kurtaran da Hz. Ibrahim (as) olmustur. Yine devlet düsüncesi, ilkeleri ve girisimi de Hz. Yusuf’un hayatiyla bir baska boyut kazanmistir. Bu yasanmisliklarda, ihanet, iftira, sabir, af ve her türlü zorluklar vardir ki bunlari gözümüzün önüne getiriverir.
Hz. Musa’nin ve Hz. Yusuf’un toplum ve devlet bütünlügü, yasa ve düzenin kurulmasi toplumun dirilisini ortaya çikaracaktir diye ifade eder.
Hakikat Medeniyeti, Devlet modeline, ideal forma ise Hz. Süleyman ile ulasilir. Hikmet, devlet, devlet hikmettir artik. Ona göre, böylece ''Yitik Cennet'' bulunmustur.
Hz. Yahya’nin yalanci cenneti/dünya cennetine deger vermemesi, ''Yitik Cennet''in sekizinci kapisi Hz. Isa olmustur diye ifade ederek biz okuyucularina bir baska pencere acar.
Yitik Cennet, Hz.Muhammed (as) ile bulunmus ve asil cennete dönüs baslamistir. Cennetin asil kuruldugu ve elde edildigi yer bu âlemdir/dünyadir.
Cennetin sekiz kapisindan yola çikarak, sekiz Peygamberin, geldigi topumu insa ve dirilise götüren yollari bir tefekkür çemberi içinde ele almis, bir ufuk çizmistir. Bütün bu kissalarin detaylarinda her toplumun ve kisinin aradigini bulabilecegi onlarca yüzlerce alametler oldugunu ortaya koyarak bu sekilde okurlarini Kur’an-i anlamaya/tefekküre davet eder.
Asil olan kitabimizda da Rabbimiz, bizi düsünmeye, akletmeye, tefekkür etmeye çagirmiyor mu?
Iste üstatlar her seferinde istikametinden sapan insanlari, nesilleri, Kur’an ve sünnetten aldiklari ilhamla istikamet sahibi olmaya, degerlerini korumaya, yeniden dirilise çagirmislardir. Son yillarin büyük mütefekkiri, dirilis neslinin öncüsü Sezai Karakoç’ta bunlardan biridir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz.
Allah ve Resulü ile irtibat araliksiz devam etmeli ki ben varliginin farkina, biz degerinin kiymetine varilabilsin.
Sezai Karakoç’un vermek istedigi mesajda aradigimiza, yitirdigimizi bulmaya bir gayret, bir çaba vardir. Bütün mesele o kapidan ayrilmamaktir.
Bu durumu siirinde söyle ifade eder.“ Sana geldim, ayaklarina kapanmaya geldim. Af dilemeye geldim. Affa layik olmasam da…
Bir baska yazimizda bulusmak üzere Allah’a emanet olunuz.


