Ben Sarıkamış’ım, bu uzun gecelerin şahidi ve bu kapkaranlık gecenin faili benim, bütün bunlar benim üzerime yazıldı. Yılın en uzun ve karanlık gecesi feleğin çarkı dönmeye başladı başlayalı böyle bir kıyım görmedi ve bu gecenin bütün günahı bana yazıldı. Ben Sarıkamış’ım.
22 Aralık’ta başlayan takvim yaprakları 15 gün boyunca çok yavaş ilerleyerek devam etti. İsrafil’in Sur’a üflemesi bu gece başladı burada olan kahramanlar için, 22 Aralık gecesi kar yoğun şekilde yağıyordu ve tip ve rüzgar ve boran vardı fakat beni aşmaları gerekiyordu, zirvemi geçmeliydiler ama ben dağım ve zirvelerim çok zor aşılacaktı, keşke bir geceliğine yumuşak olsaydım ve kolayca aşsaydılar beni ama nafile olmuyor işte geçemiyorlardı beni…
Bana geldiklerinde çoktan bitmişlerdi aslında, hepsi çok yorgundu ve üzerlerinde Sina çöllerinde giydikleri elbiseler vardı ve onlara vaad edilen kışlıkları taşıyan gemi Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştı ama hiçbirinin haberi yoktu akılları gelecek olan kışlık elbiselerdeydi ama her tarafta rüzgar sesi, kar, tufan ve soğuk artarak devam ediyordu. Kar hem gökten yağıyordu hem de yerden tekrar tozarak askerlerin üzerine vuruyordu. Ben sıradağım ve birimi aşan diğerine kapılıyordu maalesef aşamıyorlardı bir türlü beni. Gündüz olunca rahattılar ama gündüz çok kısaydı ve hemen akşam oluyordu yine gecenin ayazında kalıyorlardı, keşke hep gündüz olsaydı ama olmuyordu işte Şeb-i yelda dönemiydi ve maalesef zayıflamaya ve titremeye başladılar yavaş yavaş soğuk vurmaya başladı kahramanlara. Sabah bir türlü gelmek bilmiyordu ve yemek mi yemekte sadece şekersiz üzüm hoşafı ve ekmek; sabah, öğle yok sadece akşamdı, kumanyaları da rızıkları da bitmişti bana geldiklerinde.
İsrafil tekrar üfledi Sur’a ve cinnet gecesi başladı yine… isyan, cinnet, çığlık ve tevhid hepsi bir aradaydı ve bağırmaya başladılar Allahu Ekber… Bu gecede düşmandan gelen kurşun sesi olmadı hiç ölüm kendi içlerindeydi artık. Kahramanlar çıldırmaya başladı ve taburlar birbirlerine saldırıp birbirlerini zayıflatmaya başladılar. Ayakları incecik çocukları gördüm yavaş yavaş karşı gelmeden bıraktılar bana bütün vücutlarını yavaşça, bazıları cinnet geçirdi koşarak son hızla koşarak dondu, bazıları ağaca çıktı ağaçlarda donmaya başladılar, bazıları silahına sarılarak bıraktı kendilerini ve sayıları hızla azalmaya başladı. Düşmana sıkılan kurşun sesini duymadım ben ama zayiat çok fazlaydı. Bazıları sevdiklerinin hayallerini kurarak bıraktı kollarıma kendilerini,
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat” En uzun gece bu geceydi yaşayanlara sorun şair Sabit bu olayı bilseydi yukardaki beyiti çok daha farklı yazardı.
Yoktu onların hiçbir şeyleri yoktu bu cinnet gecesine karşı koyacak sadece cesaretleri kalmıştı, bunca kayıptan sonra geriye ne kadar kalınırsa o kadardılar. Önce ellerinden donmaya başladılar sonra ayaklarından ve sonra da kapkatı kesildiler. Kimisi 17-18-19 yaşlarındaydı,bakışları donmuştu, gözkapakları inmiyordu, ateşe değmiş gibi koşanlar oldu…Gecenin sonunda hepsi sırtını bana dayadı ve en sonunda kalpleri dondu hissettim.Bu kadarı bana bile ağır geldi, Allahuekber diye inledim. Feleğin sillesi bile titredi ben mi titremeyecektim. Sabah oldu ve bembeyaz halesiyle ışıdı ve buz tülünden başka donmuş bedenler bana sırtını dayamış kocaman yürekli kahramanlar ve hepsini alınlarından öptüm. Bu gecenin bütün günahı bana kesildi ben Sarıkamış’ım.
O gece ordan kurtulanlar Oltu’ya, Şenkaya’ya, Zümrüt’e kadar gidebilenler oldu ama onlar da feleğin sillesinden kurtulamadı soğuk ortamdan bir anda sıcağa geçen kahramanlar tifüse yakalandı ve bitlenerek ölümü beklediler. Maalesef onlar da kurtulamadı.
Rus kaynaklarında en çok dikkatimi çeken de şu oldu ve bu cümleler çok ağır yaraladı beni: O geceden sonra oradaki yabani hayvanların ve sokak köpeklerinin aşırı şekilde kilo almasının sebebi kar altında yatan Mehmetçiklerimizin bedenleriydi. Kimine göre 60.000 kimine göre 90.000 sadece sayıdan ibaret anlattı tarihçiler bu olayı.
Sarıkamış dramı aslında yeniden yeşermenin tohumlarının atılmasıdır, Çanakkale’nin temelidir ve Anadolu ilelebet Türk toprağı olacaktır bunun en açık göstergesidir. 23 Aralık 1914’te, harekatın acı sonucunu, Hafız Hakkı Paşa şu cümleyle açıkladı Enver Paşa’ya: “Bitti paşam, ordumuzun kısm-ı küllisi mahvoldu. Toustest Perdu,Sauf L'Honneur!” (Şeref hariç, her şey bitti...)
Ordumuzda Şeref hariç her şey bitmiştir maalesef. Bu şeref ki Mete döneminden beri var olan cesaretin günümüze yansıması olarak devam etmiştir. Oradakilerde kağıt kalem yoktu bu gecenin bütün günahı Sarıkamış (Allahu Ekber) dağlarına yazılmıştır.
Yılmaz AKIN 17 Şubat 2024