Bu kör ve tutkulu bağnazlık, farklı düşünen vatandaşları anlamaktan çok, birbirine düşman ve yabancı olarak görmeye yönlendiriyor.
Oysa bir milleti ayakta tutan, ortak değerler etrafında birleşme ve dayanışma ruhudur. Siyasi kutuplaşma hiçbir topluma huzur ve refah getirmemiş, aksine daima yıkımın habercisi olmuştur.
Tarih bize ayrışmanın bedelini açıkça gösterir. Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar iç çekişmeler ve hizipleşmeler toplumsal dayanışmayı zayıflatmış, devlet mekanizmalarının işlemesini engellemiştir.
Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, tarih boyunca siyasi hırs ve fanatizm, toplulukların parçalanmasına ve dış müdahalelere açık hâle gelmesine yol açmıştır.
Ayrışmak, sadece kendi elimizle zayıflamak demektir.
Bugün ihtiyacımız olan, farklı siyasi görüşe sahip olanı ötekileştirmek değil; onu anlamaya çalışmak ve bizi bir arada tutan ortak paydalarda birleşmektir.
Toplumsal birlik, bireylerin fikirlerini özgürce ifade edebilmesiyle başlar; ancak sağduyulu bir uzlaşı zemini koruyabilmekle devam eder. Fanatizm, bu uzlaşıyı yok eden ve toplumu kırılgan hâle getiren en büyük tehdittir.
Türk milleti olarak tarihten ders alma sorumluluğumuz vardır. Bizi ilerletecek yol, nefret ve ayrılık üzerine değil, diyalog, hoşgörü ve karşılıklı saygı üzerine kuruludur.
Siyasi farklılıkları bir tehdit değil, toplumsal zenginliği besleyen bir çeşitlilik olarak görmek gerekir.
Unutmayalım: siyasi tercihler gelip geçicidir; milletimizin birliği kalıcıdır.
Ayrışmak kaybetmek, birlikte durmak ve omuz omuza hareket etmek ise hem milletimize hem de coğrafyamıza huzur ve güç getirecek yegâne çözümdür.


