Futbol:
Dedelerimizin, babalarımızın zamanına gidersek o tarihlerde futbol insanların birlik, beraberlik içinde, zenginiyle yoksuluyla bir araya gelmek için kenetlendikleri sevgi oyunuydu. Ailece futbol maçına gidilen, mutlaka kravat takılan, şık giyinilen ve asla, bırakın küfür etmeyi kötü söz bile söylenmeyen, seyir zevki olan oyunlardı. Hatta sahanın içinde de futbolcular; ahlak, doğruluk, dürüstlük, saygı ve sevgi ile oyunlarını oynayarak, adeta ‘’ en saygılı ve ahlaklı kim? ‘’ yarışmasında gibi, seyirci ile yarışıyorlardı. Hile-hurda, aldatmak, haram puan yoktu. Kimse de kendine yakıştırmazdı zaten öyle kazanmayı. İnsanın değeri saygı duyulmasıyla belirlenmişti.
Uygardık…
Ya şimdi: İnsanlar şeytani bağlılık gibi futbol girdabına girmişler. Günümüzde futbol; şiddet, küfür ve düşmanlık, günah duyguları ile birlikte anılan bir yapı haline gelmiştir. Küfürsüz stadyum olmadığı gibi, küfürsüz geçen 1 dakika bile mümkün olmamaktadır. Bahis çeteleri eskiden kalan tüm ahlaki yapıyı çökertmiş, futbolun aktörlerinin meyilli olanlarını avucunun içine almış, yazılı ve görsel medyanın ahlaksız olanları düşmanlıkla körüklenen ateşe daha çok odun atmakta birbirleriyle yarışırken, tepeden tırnağa günaha batmış sözde ‘’ futbol fanatiği ‘’ insanlar bu odunun kendileri olduğunun farkında bile değiller. Hem diyoruz ki dünyadaki amacımız iyi insan olmak; hem de ortaya böyle bir tablo çıkarıyoruz.
Barbar olduk…
Sağlık:
Eskiden biz veya yakınımız hasta olunduğunda ve hekime gidilmesi gereken durumda, önce tertemiz olmak için banyo yapılır ve en güzel kıyafet giyilir, o şekilde hekime gidilirdi. Bu halimiz, hekime olan saygımızın en güzel ifadesiydi. O koskoca tahsili bitirmiş, tek gayesi insanlara sağlık sunmak olan hekime saygıda kusur edilmezdi. Hastanede sıra sessizce beklenir, her hasta bir başka hastanın hakkına da saygı gösterirdi. Hekime şiddet haşa, ters bakış bile yapılmazdı. Çünkü o hekimdi. Tahsillerin en zorunu ve büyüğünü yapmıştı ve her dediği bizlerin iyiliği içindi.
Uygardık…
Günümüzde: İnsanların çoğu hekime gelirken kıyafet ve temizliklerine hiç dikkat etmedikleri gibi, özensiz oldukları yetmiyormuş gibi, bankada sıra beklerken gösterdikleri sabır süresinin yüzde birini, sağlıkları için kendilerini muayene edecek olan hekime layık görmemektedirler. Üstelik bu nüfus yoğunluğunun müsebbibi de hekim değil. Daha bitmedi… Hekime kötü söz söyleme, şiddet, darp – cebir, hekimi katletmek, hepsi bu toplumun ahlaksızları içinden çıkmaktadır. Kim kaybediyor? Onu anlayacak zekaları bile yok bu ahlaksızların. Hekim tabiri caizse ‘’altın bileziği kolunda ‘’ her yerde gider yaşar, hekimlik yapar ve para da kazanır, üstün saygı da görür. Ne oldu peki? Binlerce hekimimiz yurt dışına göç etti. Kim kazandı?
Yurt içinde kalanlar da hasta ile en az muhatap olunan hekimlik branşlarını seçiyorlar. Beyin ameliyatını, kalp ameliyatını, ortopedi ameliyatını kim yapacak? Yakın gelecekte hekim bulamayacağız.
Bunlar iyi günler, ama gelinen noktada BARBAR OLDUK…
Aile Yapısı:
Yakın tarihimizde, çok öteye gitmeye bile gerek yok, 70-80’lerde aile birliği en önemli kavramdı. Annemizin gözüne kaşına bakarak, terbiye olduğumuz zamanlar, çok yaramazlık yaptığımızda terlik atılırdı bize ama o bile şefkatle. Ne olursa olsun akşam herkes aynı sofrada toplanırdı. Dizilerimiz aile dizisiydi, dürüstlük, ahlak ve dostluk dizilerin siyah beyaz televizyonların ana konusuydu. Evlerimizin kapıları açık kalsa da hiç hırsızlık olmazdı. Bir komşuya yardım yapılacaksa hava kararınca yapılırdı. Lokantada yemek yemek çok nadirdi. Annelerimiz nefis ev yemekleri yapardı. Yakın komşuya da verirdik, onlar da verirdi.
Uygardık…
Bu kadar güçlü aile yapısı belli ki birilerini rahatsız etmişti. Aile yapısı tahrip edilmeliydi. Aşk-ı Memnu, Halid Ziya Uşaklıgil'in aynı adlı eserinin ilk televizyon uyarlaması olan 1975 yapımı Türk televizyon dizisi aslında Türk Aile hayatına atılan ilk tahrip gücü yüksek bombaydı. Günümüzde ise, TV kanalları ile Aile hayatımıza her gün nükleer bombalar atılmakta, ahlaksızlıklar toplum algısında normalleştirilmeye çalışılmaktadır.
Fener Patriği V. Gregorius’un, Rus Çarı II. Alexander’a yazdığı bir mektup (ki, Rusya’nın İstanbul Sefiri General İgnatiyef’in hatıralarında da yer alıyor) Osmanlı hükümetinin eline geçmiş ve Patrik “ihanet”ten yargılanarak, kilisenin kapısında idam edilmişti (22 Nisan 1821). Patrik’in önünde asıldığı kapı hâlâ kapalı. Hem de bizim ülkemizde! Adamlardaki kine bak! Kapıyı özellikle açmıyorlar… Neymiş efendim, bir Türk Büyük Yöneticisi o kapıda asılırsa kapıyı açacaklarmış! Hainlere bak!
Aradan 203 yıl geçmiş olmasına rağmen, bir an bile açılmadı. Bu da ayrı bir konu.
Gelelim o meşhur mektuba, İbret almamız için mektubun kısa özeti:
“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidir. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir.
Bu nedenle; Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerret (soyut) olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir. Yapılacak olan Türklere hissettirilmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.”
Günümüzde yapılan da aynen budur.
Tanınamaz olduk...
Eğitim:
En önemli değişim belki de eğitimde yaşadıklarımız olmuştur. Öncelikle evimizden sonra en iyi ısındığımız sobalı ama sıcacık sınıflarımız, hiç bir statü ayırımı yapmayan, zengin fakir kimdir anlaşılamayan kir göstermeyen kara önlüklerimiz vardı, kaynak bulmak için gittiğimiz şehir kütüphaneleri vardı.
Takım elbiseli, güzel ve temiz giyimli öğretmenlerimize, kalbimizden gelen derin bir saygımız, tarihi kitaplarımızdan bize miras kalan vatan sevgimiz, sarsılmaz ahlaklı yapımız ve okudukça artan genel kültürümüz, küfürlü konuşmayı bir tarafa bırakın, TRT spikerlerine özenen güzel Türkçe diksiyonumuz vardı. Zayıf alınca, öğretmen kulağımızı çekince, velimiz hesap sorar gibi okula gitmez, bize nasihat ederdi. Hatta diğer kulağımızı da o çekerdi. Sınıfta kalma ciddi ciddi olurdu. Bütünlemeye kalan stres neymiş anlardı. Yaz tatillerinde sabahleyin erkenden mahallenin camisine gidip yüce kitabımızı mahallenin cami hocasından öğrenirdik. Defterlerimizi ve kitaplarımızı tertemiz tutar, onları güzel bir şekilde kaplar, onları ihtiyacı olan alt sınıflarda okuyan kardeşlerimize verirdik. Çünkü bizler talim ve terbiye ile yetişen çocuklardık.
Uygardık…
Şimdilerde küfür ve zararlı olan tüm objeler, eğitim ve öğretim sistemini kuşatmıştır, çünkü çocuklar yolda yürürken bile konuştukları cümlelere, virgül yerine küfür yerleştiriyorlar. Üniversitelerin birçoğu, lise ayarında eğitim veriyorlar, üniversiteliler iş bulamıyorlar, Uyuşturucu kullanımı tehlikesi ortaokullara kadar inmiş durumda. Mafyavari sözde dizi filmler, çocukları iyice hipnotize ederek, zaten okumakta gözü olmayan binlerce öğrenciyi yoldan çıkarmakta, alın teri olmadan, çalışmaksızın, kolay ve çok para kazanmanın propagandası alabildiğince topluma şırıngalanmakta, bilgisizlik tüm toplumu magazinleştirmiş halde hipnotize etmektedir.
Genel kültür erozyonu ve argo konuşma, artık tüm toplumda normal konuşma dili olma yolunda ilerlemektedir. Üniversite eğitimi değersizleştirilmiş, değersizleşmiş durumda. Her mahallede neredeyse içi boş ama velilerden tonlarca para tahsil etmeye yönelik üniversiteler kurulmaya çalışılmaktadır. Üniversite eğitiminin kampüs kültürü, apartman içine tepiştiriliyor, eğitim ise tonlarca para ile bile yerine konulamamaktadır. Okumak o kadar değersizleştirildi ki, ‘’ iyi ki okumamışım’’ diyenlerin toplumdaki sayıları maalesef artmış durumdadır.
Kısacası cahilleştik…
Bu kötü örnekler, dün ve bugün kıyaslamaları her sektör için yapılabilir ama biz en temel konuları ele aldık.
Hepsinin kurtuluşu için ise tek bir reçete var :
Aile yapısının yeniden ‘’ iyi ahlak ‘’ üzerine tesis edilmesidir. Çünkü eğer toplumun en küçük ama en önemli hammaddesi olan aile, iyi ahlak üzerine yeniden olması gerektiği gibi tesis edilirse, vatan sevgisi ve gerçek iman ile çarpan kalpler, daha çok çalışma şuuruna erişecekler, güzel dinimizin ilk emrinin ‘’ oku ‘’ şuuru ile bilim’in aydınlatıcı ışığında tıpkı dedelerimiz gibi iyi ve çalışkan bireyler olacaklar, bu aile yapısından iyi öğretmenler, doktorlar, mühendisler, askerler, polisler, bürokratlar ve daha niceleri çıkacaktır. Bu süreç sonunda tüm kurumlar olması gerektiği gibi en mükemmel hale gelecek ve gözbebeğimiz Türkiye Cumhuriyetimiz geleceğe daha emin adımlarla koşacaktır..
Aslında her şey ailenin sağlam temeller üzerine oturmasıyla güzelleşecektir.