Veda ederiz kimi zaman durduk yere…
Kendimize, işimize, yanıbaşımızdakilere. En çok da sevdiklerimize…
Vedalaşmanın acı hüznünden boğulacağımızı bile isteye hem de. Sadece vedalaşırız.
Sessiz sedasız vedalaşma gereği bile duymaksızın uzaklaşanlarımız da var elbet. Layık görmedikleri o son görüşün kendilerinden çok karşısındakilere fazla görenlerimiz bile var mesela…
Zamana bırakanlarımız… Ve o bırakılan zamanlarda yitip gidenlerimiz. Hepsi terkedilmişliğin acısıyla yaşama tutunmaya çalışanlardır onlar.
Güçsüzlüğün ve çaresizliğin ayrı boyutunda kalanlar. Ve kaldıkça ezilenler. Ezildikçe yitip gidenler…
Çoğu zaman da vazgeçerek vedalaşırız. Başetmenin yollarını ararken kolayı bu zannederiz çünkü.
Vazgeçmek istemezken bile vazgeçmek zorunda bırakıldığımız için bile içimizi yakar dururuz. Yutkunmaya devam ettikçe ederiz. Ve bunu da yalnızca kendimizi zorlayarak yaparız…
Kimi zaman da yalnız böylesini uygun gördük der geçiştiririz kendimizi, kendi içimizi..
Erteleriz olur olmadık her şeyi yaşamımızdan. Kendi payımıza düşeni alır, sessiz sedasız usulca çekiliriz bir yerlere.
Seçeneklerin tükendiği baharları da bir bir yok etmeye başlarız sırf bu yüzden…
Vedaların acı boyutu var bir de. Hiç bilmeden o görüşün son görüş olduğunu bilmeden, hep varmışçasına devam edecek diye düşündüğümüz o hayat biçimi…
Sınandıklarımız…
Sınandıklarımız kadar sınanmaya da hazır bir sürü yaşamlarımız...
Kendi canımızdan daha fazla kıymet verip bütün yaşamı zehir ettirenlerimiz..
Kolayı elinin tersiyle itip zoru göze alanlarımız…
Çeşit türden nitelendirdiklerimiz.
Zorladıklarımız
Kararlarımız
Kararlarımızın ardından gelen yaslarımız
Ve binlerce yıkıntıya maruz kalanlarımız…


