RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (10)


……Kokpitlerde gaz kolu, [1]Eftırbörnır konumuna konulduğunda, nozul parçacıkları tam açılır, Eftırbörnır’dan çıkıldığında ise kapanırlardı. Egzoz borusunun her zamanki akkor hali, özellikle gece uçuşlarında açıkça görülendi. Kokpit alet panelindeki göstergesinin, bazen kırmızı banda tetiklenen ibresi, aşırı hararet ikaz lambasını da beraberinde yakar, egzoz bölgesinin yangına koşturduğunu bildirirdi. Ya derhal gaz kolunu yeterince geri çekmek ya da eğer yerdeyse motoru durdurmak gerekirdi. 

 

Aerodinamiğin yüksek mühendisliğiyle günümüz Rus uçakları;  çok boyutta hareket edebilen egzozların, aerodinamiksel nozullarına sahiplerdi. Yüksek teknolojinin bu türü, acaba bu yüzden mi pilotunu, neredeyse yerle bir yapacağı manevralara ateşlerdi. Ve gözleri diğer meslektaşlarından az daha kara bazı Rus pilotlar, altlarının aşırı güvendikleri teknoloji hırçını gök yayla aygırlarını, şahlanamayacakları uç limitlere, neredeyse yerle bir zorlar, neticede oralara o yüzden mi çakılır giderlerdi… 

 

Yoksa mesleğinde as olmak; daha iyisine koşuşturan mükemmeliyetçiliğin, sınırları zorlayan doyumsuz ihtirasına mı adresliydi? Olanla yetinmezlik, olanı kabullenmezlik, yoksa aşırı güvenin hastalıklı sahrasında insanı, önce insanüstü yüreklendiriş psikopatisine, sonra keşkeli pişmanlıklar mevsimine mi sevk ederdi. Kaza kırımların bazısında, zaman zaman asların da var oluşları, işte bu yüzden mi olsa gerekti!.. 

 

Az yakıtla çok menzil ekonomisi istenen, konforlu ticari uçaklardaki türbo-fan motorlar yerlerini, ani akselerasyonların, vurucu seri manevralarını gerektiren savaş uçuklarında, yaygaralı türbo-jet motorlara terk ederlerdi.

 

Normalde, yakıt kontrol ünitesinden yanma odalarına gönderilen yakıt, termodinamiksel olarak, tam bir verimle yanmazdı. Bu nedenle egzoz gazlarının bir kısmı, yanmamış gazlardan oluşurdu. Turbo-Jet motorlarda, egzoz ön kısmına bu yakıt, nozul memelerinden yeniden püskürtülüp, yanmamış gazlarla birlikte, yeniden yanmaya tabi tutularak, devasa bir itim gücü patlatılırdı. 

 

Bu art yakıcı buluş; güçlü motor aksamına ilave, teknik bir uygulamayla kazandırılmış, bir tür roket gücüydü. Pilot tarafından ihtiyaç duyulduğunda, gaz kolunun en ileri-tam açık konumundan, dışa doğru ani itilmesiyle ateşlenen eftırbörnır, korkunç gücünü, derhal devreye koyardı. Ve o anda metal aygır, patlamalı bir kükreyiş cakasıyla yöresine heybetleşir, egzozundan ardına, konik dilli bir alev bırakırdı. Göklerin bağrı için depara kalktığı pistleri, yerden kesiliş anına dek, fiyakalı bu alev akağıyla yalım yalım yalardı. 

 

Yerküreden kopar kopmaz, şeraresi kuyruğundan ateşlenmiş bir rozet; şelalesi yalazlara tutuşmuş bir ağmaya dönerdi. Göklerdeki afra tafra (böbürlenme) söylencesi, dünya namlı ehil masalcının, yaşam adlı edebi masalına benzerdi… Bir de bakarsınız ki kadraj dışına kayar, ufuklardan öylesine uzaklaşır giderdi… 

 

Gençliğini Vietnam semalarının kanlı coğrafyasına bırakmış bu gök savaşçı; akıl üstü bir buluşun da ilk donanımlısı olmuştu. İnsanlığın uzaylı diyarlar serüvenine kapı aralayan mühendislik harikası Eftırbörnır sisteminin ilk kez onda denenmesi, havacılık tarihinde yeni bir çığır açmış, yeni bir çağ başlatmıştı. Meraklı bilimin roketimsi bu yeni sunusunun, bağrında taşıdığı devasa enerji potansiyeli, aşırı yakıt sarfını gerektirirdi. Bu yüzden ki sadece kalkışların ve ses üstü uçuşların, büyük itim gücü gerektiren anlarıyla ağır Hava Muharebelerinin, hasma karşı hızla üstünlük sağlama manevralarında, ancak kısacık sürelerle kullanılırdı. 

 

Doğrusu bu meretin; birkaç yıl sonra başlayacak uzay çağının, atmosfer dışına fırlatılabilecek mekiklerine gerekecek öncü bir bulgusu… Artık uzayla da kapışacağı uygarlığının tarihsel bir ön sözü… Oraların esrarlı derinliklerine, kendi meşalesini taşıyacak bir kozmonot ya da astronotlar döneminin, yaklaşan ayak sesleri olduğunu, insanlık ta o günden nasıl bilsindi! 

Belli ki bilim, yakın bir gelecekte robottan yengeçlerini, artık uzayın orasına burasına bir bir konduruyor olacaktı. Ve belli ki insanlık “Havaalanlarının” artık “Uzay Alanlarına” dönüşeceği günlerin eşiğine ulaşmış gibiydi…

 

Geriye dönüşlü toplumsal gerçekçi düşüncelerin, yurt sevdalı barış yürek kokpitlerinden dosya dosya, yansı yansı aşağılara uçuşanlar, yeryüzünde olanlara bir bir şerh koyuyorlardı. Zira sarılması ötelenmiş yaralar, kolay kolay kabuk bağlayamazlar, günbegün derinleşir iltihaplanırlardı… Demokrasiden kopuk tekelleşen partizanlığın, siyasada kartelleşmiş iktidarları; öncekilerden devraldıkları içi boş vaatlerin, zehirli yalanların yaralarını, sonralarına devrederken, oraların yağmaladıkları her alanını, iltihaplı travmalara salarlardı. 

 

Sömürünün her türüne marazlı, küresel ağalarla yerli marabaları; gerek diplomalı gerekse diplomasız cehaletin bereketli olduğu diyarlara, akıl dışı hep aynı oyunu kurar, vicdan dışı hep aynı ganimetlerine konarlardı. Ne aksaksız bir çelişki, nasıl değişmez bir süreklilikti ki ya din ya dil ya ırk ya da etnisite ablukasında pohpohlanıp, alttan alta fitillenen kronik cehalet; oralara kurulan kirli saltanatlarda tüm zamanların, en sürümlü sermayesi en önemli cephanesi olarak kullanılırdı!.. 

 

Nitelikli alanlarda hakkıyla akademik eğitim yapmış, çağdaş donanımlı bilimsel katmanlıların atamaları, oralarda ya hiç ya da pek yapılmazdı. Bilimsel bir tespitti ki zekâ seviyeleri yobazlığa konaklayanlar, hele bir de iri iri hurmaları, dalıyla yaprağıyla aşıranlar; koruma orduları da olsa, bilimsel akılların evrensel nitelikli zekâlarından, hak yanlısı adaletli vicdanlarından uykuları kaçardı… 

 

O yüzdendi ki sözde millet iradesinin tecelligâhı parlamentolarda; kıblegâhı garabet, kerameti hamaset, iktidarı sefalet hükümetler; terörize kadrolaşacakları, mafiamatik siyasal mülakatlara özenle bakar, oraların yandaşlaşma organizasyonlarını ince eler sık dokurlardı. Böylelikle ülkesel kalkınma yerine, oksitlenmniş cehalete yatırımla Orta Çağlaştırdıklarını torpilleyip, bireysel kalkınmalarına roket, suçlarına paket yaparlardı! İlletli kurnazlığın, yukarlardan aşağılara akışan [2]nörotoksik siyaset çıkarcılığı oralarda, ruhsal sağlığı darbelenmiş; celladına sevdalı pişkinlikle utanmasız-ayarsız, algısız-hafızasız, sorgulama inançsız, toplumlar yaratırdı.

                                                                                             

Hayatı Araplaştırma misyonerliğinin, çağdaşlaşmaya hor bakan diyarlarında; feodal muhafazakârlığın ya dinci ya ırkçı ya da kimlikçi cehalet dozlarıyla uyuşturulup, şeytanca ayrıştırılırlardı. Böylelikle mevki, makam, servet yolculuğunda yaman dinozorlaşmış partizan cehalet avcıları ve iyi ata oynayan yanardöner yandaşları, oralı avlaklarda iyi av kaldırırlardı. 

 

Oralar ki derinden derine yoksullaştırılanlar kesesinden, alttan alta beslenip çoğaltılan inorganik cehaletin, organik nifaklaşmaya tohumlandığı, partizan kışkırtışların organize operasyonlarıyla da hoyratça hortumlandığı talanistanlıklardı… Oralar ki fesatla bölüştürülüp fitneyle kutuplaştırılırken, kin ve düşmanlıkla çürütüldüğü; yerli ve yabancı siyaset baronlarının, türlü türlü saltanatlar kurdukları, insanlıktan arlandıran, evrensellikten utandıran, doyumsuz haramiler yağmalığıydı…

 

Öylesine beter bir devranıydı ki oraların: Hırsıza hırsız, hukuksuza hukuksuz, yolsuza yolsuz demek kesintisiz çoğaltılışlarına bereket (!) parti hapishanelerinin, konuksever demir parmaklıklarına yol aldırırdı. Hele ki indirilmişin değil, kirli çıkarlara uydurulmuşun tacir ve tacirelerine din düşmanı demek; aman ha aman, hukuksal yasaları tarihe gömmüş oralı egemenlerin, siyasal yasalar etiğiyle ağır suç sayılırdı! Bu sebeple oralar bilimsiz siyasetin hayretmez hurdalıkları, zaman zaman ekonomik ambargoyla terbiye edilebilen küresel projelerin, içe zulüm dışa gülüm üstlenmiş taşeronluklarıydı. 

 

Yörüngesine oturttuğu uydularına, had bildirme terbiyecisi kıldığı ambargoyla Yzb. Serhan ve Ütğm. Göktuğ’a da mı göz kestirmişti ki bu denli acımasız, bu denli alıcıydı kaşarlı bunak Ejder! Zira hayatın bilinmez dehlizlerine doğru enerjisiz, kıpırtısız sürüklenen demir soylu bir tantanaydı artık elde kalanı. 

Sırtındaki babayiğitçe bir motorun koca kadavrasıyla süzülen, yirmi tonluk metal bir alaşımın, vurdumduymaz soğuk bir yığınını andırıyordu. Hatta kokpitinin artık başıboş ibreleriyle sanki ölü göstergeler mezarlığına benziyordu. 

 

An itibariyle mevcut yolcularını, musalla taşı aktarmalı O son istasyonun; bayrağa sarılı, içten galvanizli tahta sandığına yetiştirmeyi azmetmiş, uhrevi bir koşturuş sergiliyordu. Kaskatı suspusluğu, ardındakilere yas ayrılığı besteleyen yarınsız bir gidişin, adeta [3]tulûatını öykülüyordu… 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM”  roman dosyasından devam edecek...

 

Dünya dualarımız, hakkaniyet vicdanımız, insaniyet pusulamız; umulur ki aklımızdan çıkmasın!..

 


 

[1] Afterburner, kısaca A/B, diğer adıyla EYBİ; yanma odalarının tam yanmamış gazları bir daha yakılarak sağlanan ilave roket gücü.

[2] Sinir uçlarını tahrip eden psikolojik hastalık

[3] Doğaçlama tiyatro oyunu

Yasar Çeliktuncer
22.11.2024 20:50:28
Kıymetli kardeşim, Türk hava kuvvetlerindeki üstün hizmetlerini bildiğim için, bu anlattıkların gerçek bir ders niteliğinde. Aslında iyi de edebiyatın varmış. Bir yandan da ülkemizde olan biteni yalın bir dille anlatmışsın. Yazılarınızı merakla okuyorum. Yüreğine sağlık, devamını diliyorum. Sağlıklı mutlu güzel günler dilerim

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593