RIDVAN AYDIN

Tarih: 13.02.2025 08:00

YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (22)

Facebook Twitter Linked-in

…Gök hayatın görev sonu dökümünü, filo brifing odalarındaki D-brifing defterine, kalem-kalem belgelerdi kol lideri. Bu bir tür ibraname; filo eğitim subayı için bir rehber; tarihe notlar düşülen bir ceride; geleceğin geçmişten şekillenen bir seyir defteriydi. 

 

Durmuş bir motorla süzüldükleri metal kadavranın kokpitine, dünyanın zaman yolculuğundan gelen hakikatler, Yzb. Serhan’da bir bir öyküleşiyorlardı… Cehalet rüzgârlarını kurnazca yakalayıp, masum ve dürüst halkın duygularını sömürenler; kendi çıkarlarını toplum veya memleket çıkarıymış gibi maskelemenin, “şeytana pabucunu ters giydiren” hem siyaset hem medya cambazlarıydı. 

 

Bir ülkede çoğulcu demokrasi eğer hükmedemezse tarih, haramiliğin hükümdar olma tarihini, devran ise “mış” gibi yapma dönemini başlatırdı. Mikrofon siyasetinin esip gürleyen yalan kasırgaları, cehalet vadilerini sürüde tutma şeytanlığıyla oraları kasar kavurur, kıyasıya çoraklaştırır, çağdan hoyratça koparırdı. 

 

Sözde yerli ve milli istihbaratın ya da kolluk güçlerinin, partizan çıkarcılığa yandaşlaşmış paralel devlet klikleri, oralarda üç maymunu oynasa da; oraları beter yağmalayan sandıklı [1]otokrasinin, organize suç ve günahları, her türüyle kesintisiz dünya rekorları kırarlardı. Ve uluslararası istihbarat servislerinin hakiki dosyalarıyla arşivlenir, belgeli delillerle birer birer afişe edilecekleri günlere sıralanırlardı…                                             

 

Siyasetin berbat ettiği oralarda, doğrulara farklı pencerelerden bakmak, herkesin kendine göre doğrusu olmak, çıkarcı zikzak elastikiyetin, demagojik viraj yapmalardaki çokgen tablosuydu. 

 

Evrenin her varlığı gibi, dönemlerinin bazı doğruları da elbette ki bilimsel kanıtlarla çağdaşlaşmanın, kutlu evrimi içindeydi. Yani çok az da olsa doğruların bazıları, zamanla değişebilirdi. Lakin akıl, bilim, adalet değerleri; hakikat ruhundan ayrılmadıkça, doğru da ahlak gibi bir taneydi! O da bilimsel ve çağdaş olandı. Ya sayılır ya ölçülür ya görülür olarak, hayatın içinde dolaşımdaydı. 

 

Demekti ki hakikatle gönüldeş doğruların, analitik aritmetiğiyle düşünülebilenler, insanlığın hakkı hakka hakça tartan hakkaniyet vicdanlarıydı. Zira doğru olan ahlaksal, ahlaksalsa mantıksal, mantıksal da hukuksaldı. Üstelik gerek dünyevi gerekse uhrevi tüm sözlükler ve kutsal kitaplar doğruyu: “Ahlâk kurallarının, gerektirdiği edepte davranan, namuslu, dürüst, güvenilir” diye tanımlamaz mıydı? 

 

Yanlışların, insana dar çerçeveden baktıran, Ortaçağ kalıntısı tarafgir saplantıları, insanlığı parçalar böler, tarumar ederdi! Oysaki insan olan her insanın, insanlıktaki gerçek tanımı aynıydı. Bakıp görebilenler, akıl edip sorgulayabilenler için kozmos, her dilden, her dinden, her ırktan bilimsel bir yaratılışın demokratik, laik evrensel zenginliğiydi. 

 

Beyin adlı bilgisayardan, hakça filtrelenerek geçmiş, akılcı düşünce ürünü her ifadeye, şiddet içermeyen demokratik her eylem, her görüşe saygıydı esas olan. Hatta demokratik, laik evrensel hukuk donanımlı gerek ilahi yaratılışa gerekse gerçek siyaset bilimine göre; asıl olan siyasal nicelik fazlalığı değil, ortak aklın asal değerlerinden nitelikli çoğulculuk, kozmosun da çağdaş demokrasilerin de hakiki anlamıydı. 

 

Masa başlarının konformist (uymacı) söylemci liderlikleri, gök sahaların eylemci liderliklerine benzemezdi. Gerek harekât sırasında gerekse it dalaşlarının boğazlaşma aşamasında, komutasındaki elemanlardan daha fazla, Azrail’e yakınlık mesafesi, saha liderliğinin çatal yürek güvenirlik ölçüsüydü. 

 

Hafıza ekranında hareketlenmiş film şeridini, bir an için durdurdu Serhan. Telsiz frekansının dip derinlerinden gelen sese, kulak kabarttı.

 

“Pars Dört Bir [2]Diyar!”

 

“Diyar [3]Pars Dört Bir devam edin!”

         

Telsizden arayanın Diyarbakır Uçuş Kule sorumlusu, Binbaşı Tayyar Yıldız olduğunu Serhan, sesinden hemen tanımıştı. Tayyar Binbaşının, üssün “en çalışkanlar” listesindeki yeri, her zaman hazırdı. Kimliğini belirleyen İsim ve Soy ismine tamamen layık bir kişilikti. Hani dünyada beyefendilik olimpiyatları olsa, açık ara birinci, on numara beş “Yıldız” Karadenizli bir ağabeydi.

 

“Üs Komutanımız iniş pistini tutturma olasılığınızı soruyorlar!”

 

“Süzüleceğimiz irtifalardaki rüzgârın yön ve şiddetine bağlı olmakla beraber, tutturmamız uzak bir ihtimal değil!” dedi Serhan.

 

“Anlaşıldı kolay gelsin!”

 

“Sağ olun!”                                                             

 

Meslek gereği yürekten yüklendiği tarihi gizlerle döneminin, ser verip sır vermeyen, kozmik bir kara kutusuydu her savaş pilotu. Olası bir harpte, tehdit unsuru hedef ya da hedeflerin yok edilmesinde, yurdunun göklerdeki yeminli bir serdengeçtisi, “Yurtta Barış Dünyada Barış” yüreklisi, Atatürk Askeriydi… 

 

Olası kara güne disipline olmak, canı pahasına hatasız sorumluluk yüklenmek mecburiyetiydi. Daha barıştan itibaren, var gücü bir titizlik ve gizliliğin, hem yerde hem havada aksaksız antrenmanını gerektirendi. Ezber ezber el mecbur ter dökmesi; vatan sevdalı yüreğinin mesleki gururu, vicdanî onuruydu... 

 

İstihbarat Subay ve Astsubayları işbirliğiyle Filo Harekât subaylarının, savaş haritaları üzerine işledikleri özel hedeflerini sürekli çalışmak; hafızasının kıvrımlarına en ince ayrıntılarıyla âdeta kazımak; her savaş pilotunun, ölümüne vatanî bir göreviydi. Dahası, yüreğinin en kuytu köşesinde ömür boyu sır olarak taşırken, uğruna ölümlere gideceği sevdası değil, yeminli bir kara sevdasıydı…

 

Hani şu an bir harp çıksa, taarruz sırasında sekizleşecek bindirmeli bir uçak kolunun lideriydi Yzb. Serhan. Gideceği hedef, hasım topraklara gizlenerek konuşlanmış, Batı Ege ortalarında o gün, alevler püskürecek şizofren bir canavarın ta kendisiydi… Yerden havaya güdümlü füzeler fedailiğinde, perde-perde ölüm kusan, bu uçak obur ejderhanın, darbe ateşlerinden kurtulup da geri dönülmesi mümkün görünmüyordu. Vatan yürek koldaşlarından hiç birinin dönüşü de olası değildi... Belalı hedef, teknolojik sinesine yuvalandırdığı potansiyel pusuların, gizli savunmasını yapıyordu… 

 

Sekiz savaş uçağı!.. Ülkenin koca bir uçak filosunun hemen-hemen yarısı demekti. Planlanandan farklı olsa da hayat; o gün geldiğinde yola, bir akşamüstü koyulacaklardı… Herkes kendi usulünce vedalaşacaktı… Aslında bu veda, hane halkını dünya gözüyle son kez görmeleri olacaktı. 

 

Senaryonun ilk safhasında, hedeflerine yakın O Hava Üssüne intikal edeceklerdi. Oradan Allah ne verdiyse yüklenecekleri bomba, roket ve makineli top yükleriyle yer kabuğunu adeta yalayarak uçacakları yolculuğa, o günün alacasında çıkacaklardı. 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Bireysel çıkarlarının maraz ihtirasıyla her fırsatta tribünlere, masumiyet mağdurunu oynayan… Durmaksızın kendini, ülke siyasetinin gelecekteki jönüymüş gibi dayatan… Aslında partisinin Truva atı, bir Belediye Başkanı… Oldubitti kameralar önünde mavi boncuk dağıtıp; sürekli hak, hukuk, adaletten dem vuruyorsa… Keşke adalet-hak-hukuka; halka hizmet makamıyla kol kanat gerdiği yakın çevresinin, öncelikle hukuk cübbesi taşıyanından başlasa!.. 


 

[1] Siyasal egemenliğin kabile, tebaa ya da yurttaşların rızası aranmaksızın topluma dayatıldığı tek adam rejimi.

[2] Diyarbakır uçuş kulesinin o aya ait şifre kodu

[3] Yüzbaşı Serhan’ın o aya ait şifre kodu.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —