…Gerçekti ki ülke şehitlerini anlatırken, “Yüreğime Siyah Çelenk Bıraktım” demiş her roman; eksik bir roman, usta yapım her film ya da dizi, gerçeğine yazıklanmaya gişe açıyordu.
En usta kalemlerin, en özenli anlatıları; en yetenekli yönetmenlerin, ruhsal duygulara donanımsız metal alaşımlı kameraları, hatta dünyanın tüm lisanları biçare kalıyordu. Zira gerçek hayatların biyografik hakikatinden çok, övüngenliğini otobiyografiye kurgulatmak, bazı filmleri de sahibinin sesi anı kitaplarını da gülünç kılmıyor muydu?
Demekti ki gezegen göklerinden kopup gitmiş gök yaşamların, tam da o anlarını… İnsana dair fiziksel, ruhsal, zihinsel hasarlarını… Sinemayla yakalama yahut da gökçeyazın duygularla öyküleme psikolojisi; her kalemin mürekkebi, her yüreğin işçiliği olamayacağı, tartışmasız bir hakikatti.
Hayat bazen kendimizde kalabilmeyi, içimize tarafsız dönebilmeyi; kendimizden kendimize yaptığımız yolculukların, yansız bir yolcusu olabilmeyi gerektirirdi…
Teknoloji üreten algoritman akıllarca, yapay zekâ yaratmış üst zekâlarca bir gün; birebir yüklenebilir mi bilinmez ama henüz yüklenememiş insani, ruhani duygular, sadece kameraların değil, yapay zekânın bile dijital defolu beceriksizliğiydi…
Gökler arenasından damıtılmış her yapıt her yaratım ve yapımlardan; savaş pilotluğunu yeterince tanıya bilmek, hakikatin sadece uzaklardan görüneniydi… Lakin bir var ki oralarda katlanılan yaşantıların, hiç değilse bir kısmını gerek edebiyatın gerekse sinema sanatının, elinden geldiğince yürekten aktarım romantizmi, insanlık hizmetinde kutsiyet asaletiydi.
Altlarının Canfeda korudukları coğrafyasına, gök diyarda neler yaşadıkları, aşağılarca pek bilinmezdi. Hele ki oy rantına politize edilemediği için yer kürenin mürteci bezirgânlarıyla algılanamayan, isimsiz namus bekçileri, yurdu için iri ciğer, çatal yürek serdengeçtileriydi!..
Gök boşluğun mavi bozkırlarına deliduman terk edilmiş gençliklerin, bir yerlere bahadırca bıraktıkları Ayyıldız destanlar; ülkenin gerçek onur abideleri, zamansız vurgun yemiş hayatların, umarsız yaprak dökümleriydi... Geriye bıraktıkları iri hiçliğin güz mevsimleri, yalan dünyanın takvim yapraklarına, değeri bilinmezce ilişip gidenleriydi.
Çektikleri bitimsiz özlemini, babaların resmiyle dindirmeyi duldalanmış yavrular… Şu hoyrat gezegenden, bir anda kopmuş gitmiş sevdalar… Dilekleri Tanrı’ya ulaşmadan, gönül bahçelerine solmuş o nişanlılar!..
Akışında hayatın, bazısı kopar gider, köhnemiş dünyanın bir yerlerine… Bazısı da beylerinin hasretini, dönem arkadaşlarıyla terapiye alan, o cefakâr analar!.. Çoğul yalnızlıkların tekil yaralıları… Hayat yolculuğunda, öyküsü yarım kalmışları…
Sabra kesmiş hasret kavruğu gönülleri, özlem yangını yürekleriyle Azrail listesine erken düşmüşlerinin, karakışlarına konaklarlardı. Dinimsiz hasretlerin bitimsiz özlemlerini, kendi dünyalarında ya öksüz yavruları ya da bir başlarına avunurlardı...
Nişanlı yahut sözlü âşıktaşlarının ya da gönüldeş yastıkdaşlarınıın hiç değilse sanal kokularını, Harbiye kardeşliğinde solumaya çalışırlardı. Beylerinden kalan dönemdaşlarını, sırtlarını dayayası dağ, sığınılası liman olarak kuytulanırlardı… Vefasız hayatın bir yerlerine, bir öylece tutunmanın dünyevi yalnızlığında, uhrevi dünyanın günahsız’ lığını yaşarlardı.
Gerek gelenek görenekle pişmiş halk mektebinin gerekse çağdaş eğitimin, o sanki Eğitim Enstitülü eş ve anaları gibi, her asker eş ve anası da harami cellâdına sevdalı katran cehaletin, ya sabır erdemli aydınlatma lambalarıydı…
Onlar ki dünyanın, evrensel yürek Atatürk kızları!.. Onlar ki yaratılış kodlarıyla yaratımın, insan gibi insan oluşturmanın sevgi, şefkat, barış cömerdi kadınlardı.
Onlar ki ülkeyi ve insanlığı “muasır medeniyet” doruklarına taşıyacak asil Cumhuriyet’in kutsal mayası, yurtsever kahramanlığın, Kuvayı millîye coğrafyası, uygarlık katmanı Anadolu’sulardı…
Dünyevi yoklukların alazlarıyla pişenler, yaşam güzergâhının acılarıyla didişenler; insanlığın diplomalı veya diplomasız üniversiteleri, bulundukları galaksinin katma değer meşaleleriydi…
Dünya haritasının bilimsiz çoraklarında, hayatın kuraklaşmış olmazlarında bile apansız açan barış çiçeklerini, abidevi ulu önderlerini, tarihe yön veren liderlerini; işgal yemiş yurtlarının kuruluş yazgısına, insanlığın kurtuluş imdadına yetiştirenlerdi…
Onlar ki sövülesileri değil, övülesileri doğuran, elleri saygıyla öpülesi analardı. İnsanı, toplumları, ulusları üreten, eğiten; karınca kararınca uygarlaştıranlardı. Ama görünendi ki ipini koparmış şu köhne Dünya’yı; doğurdukları biz erkekler değil, yürek yüzölçümleri devasa onlar kurtaracaklardı…
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek.
*****************
İşgalden kurtuluşun kutsal ana karargâhı, evrenselleşmenin evrimsel Ocağı; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun!..
Siz Ulu Önderimiz, evrensel liderimiz… Siz katmanlı yüreğimiz, Kuvayımilliyemiz… Ve siz Başkomutanımız, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz; bizler sizin ölümüne askerleriniz!..
Silah arkadaşlarınızla birlikte her daim sizi özlem, minnet ve saygıyla yürekten anmak bitimsiz nöbetimiz...
Yüce Tanrı’nın rahmet bereketiyle Işıklar içinde uyuyun!.. Sonsuza dek ruhunuz şad, mekanınız cennet olsun!..
*****************
Gök Diyardan bir delinin akıl almaz düşleri…
Kesinlikle vergi aşırmaz, asla kul hakkı yemez; insan haklarına saygılı, dürüst ve yurtsever vicdanların, yergi yerine artık övgü bulacakları…
O kurnazca tam da damardan giren, tekdire şayanların, iki laf-iki vaat çıkar şeytanlarının; özellikle devasa vurgunlar üreten siyasete, keşke ama keşke yuvalanamayacağı… Ve “Cahil halklar, genellikle kendilerini para, iş, vatan ve din gibi unsurlarla kandıranlara oy verir” demiş, üstat Neitzche’nin, umulur ki artık yanılacağı!..
Meşruiyetlerini anayasadan alan siyasi partiler gibi değil, fakir fukaranın helal kazanç ceplerinden, vatan korumasında yoksulluk kanlarından geçinen; gayrimeşru örgütler gibi organize partizanlığın, casus trol ve troliçe çetelerine artık kanılmayacağı!..
Zehirli cehaletin yolsuzuna, hırsızına, cellâdına sevdasından hamdüsenalar olsun ki bir gün arınmış ülke… Atatürk sonrasının hayır etmez, yüz güldürmez siyasetiyle yağmalanmak yerine; hiç değilse bundan böyle refah, huzur, mutluluk bulacağı!..
Hele de görüş mesafesi irticai kataraktan, tamamen şifa bulmuş bir yurttaşlığın; mutlaka fazileti, illaki onuru, haysiyeti… Aman ha aman hak-hukuk-adaleti, asaletli “muasır medeniyeti” artık pas geçmeyeceği, cennet bir Türkiye umuduyla!..