… İnsan ufku, gördüğü yer kadar değil, vardığı yer kadardı... Gerek kitap gerek evren gerekse hayatı okumanın, ille de okumanın; sorgulatan düşünce yüzölçümü, insanı derin boyutlara vardırmaz, en uzakları bile yakın kıldırmaz mıydı?
Ömrü muharebe cephelerinde geçmesine rağmen dört bin kitap okumuş, dokuz kitap yazmış Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi, insanlığın birçok aydınlatma düşünürlerinden İmmanuel Kant da okumanın, bilginin, felsefenin insandaki yerini ısrarla vurgulamıştı.
“Dünyayı olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz” dediğinde, zehirli cehaletin özürlü koordinatlarını insanlığa, ta 18’inci asrın başlarında haber salmıştı.
Mevtalaşmış siyasetin zenginleşme yolculuğuna yolsuzlaştığı haritalarda, liyakatsizliği azgınlaştırmaya amaçlı politikalar; toplumu da insanlığı da ağır hasarlı bırakırdı. İyi ki okumamışım diyen cehalete fahiş pirimler yaptırır, kısa yoldan piyasa taciri şeytanlığını salgınlaştırırdı.
Hem duygusal hem sayısal olsa da insan beyni; oralarda çoğunlukla haramsal parasala, oralarda fırsatsal çıkarsala çalışırdı.
Göklerdeki hayat da yer küre benzeriydi. Çağdaşlaşmış toplumlarda; hangi alan olursa olsun, hangi söylem hangi eylem yapılırsa yapılsın, bilimsel doğru bir taneydi. Çağ özürlü toplumlardaysa ne yazık ki çok olan, herkesin bakışına göre değişen yanlışıydı hayatın.
Yanlışa doğru, düzgüne eğri demek, Karakuşi Adaletinin çıkar devşirim hukukuydu. Hakkı hakka hakça vermeyen ahlak; tribünlere oynayan oyunculuğun, oralardaki ayıplı pohpohçuluğuydu.
Küresel proje iktidarların, halkı kin ve düşmanlığa teşvikle ayrıştırıp, devleti tahkirle kirli saltanatlarını koruma altına alanları; inançları savunurken masum inançları kutsalından, devleti savunurken günahsız devleti itibarından darp eyler dururlardı.
Siyaset dâhil, üretilen her türlü terörün, her türden ağır suçluları; dünya gezegeninin adeta ortaçağıyla iktidar edilen, sadece oralarında barınırlardı…
Oralara kendi saltanatlarını kuran hükümranların; adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluklarına taraf olmayanları, terörle iftiralayıp hainlikle suçlamaları, her türden suçlarına, sığınak siyasetle saklanış oyunlarıydı.
Hak, hukuk, adalet oyunbazlığı iddianamelerin, gün görmemiş siyaset yalanlarıyla iftiranamelere şekillenişi, oraları hoyratça yağmalardı.
Sömürme salyalı küresel desteklerle oralara iktidar kılınmış küresel proje taşeronları, ne yapıp edip örgütledikleri cehaletin, devlet içine paralel devleti olarak yuvalanır, kafalarındaki gerici rejimi oturtma histerisiyle oralarda adeta her alanı virüse bularlardı.
Oraların şehit kanlarıyla yoğrulmuş topraklarında, milli bayramlar bile askıya alınarak nerdeyse kutlanmazken, darbe içi darbelerin yaşanan hayatı, hatta çoklarca yurttaş katleden ağır suçları, oralara demokrasi bayramı olarak dayatılırdı.
Marazi partizan çıkarlarla cehaletin şerbetlendiği oralarda, hilebazca yapılan her ne varsa, yurtsever muhalifler üstüne yıkılır, suçsuzluk suçlanarak apar topar demir parmaklıklara postalanırdı.
Oralar siyasetiyle sık sık yeraltı zenginlikleri bulunur… Güdümlü ekran baykuşlarıyla sürekli ekonomi kurtulur (!) Egemen ilahlarca bol bol yargısal reform paketleri (!) sunulur da sunulurdu.
Varlığına bereket (!) oynaşan rakamların, ortalıkta uçuşan balonlarıyla enflasyon kesintisiz düşürülüp durulur… Ekonomik büyümeyse kepçesine maşallah (!), oralarda hız kesmeden koşturur da koştururdu.
Ama nasıl bir çelişki ya da her niçinse oralarda piyasalar, oralarda fiyatlar azdıkça azar… Kulun kula kulluğundan cehalet pirimi alamayan, bilimsel akıllı haksever vicdanların gün görmemiş cebinde, açlık sınırı bir yoksulluğun, vahim kasırgaları dolaşırdı.
Çağdaşlaşmış ülke iktidarları, sürekli kendi halkını korur; yurttaşının kesintisiz çıkarına, huzuruna, refahına çalışırlardı. Çağ mevtası haritalarda ise kimsesiz halk; hem kendini hem ülke varlıklarını, küresel taşeron iktidarlardan korumaya çırpınırlardı.
Oraların Alicengiz oyunlu yukardakilerine, kamu kaynaklarıyla bereket-bolluk lebiderya; aşağıdakilerine ise kulluk-yokluk-yoksulluk 1heyamola’ydı!..
Oraların beytülmal akbabaları, kameralar önünde doğruyu söyler, kamaralar ardındaysa küllüm yanlış yaparlardı. Dünya tarihinin oralarına kayıtlanan bir devranıydı ki sevaplar günahlara, helal harama, suç cezaya hesap sorardı.
Huzur, mutluluk, refah oraları terk eylerken, her türlü suç oranının, oralardaki rekor üstüne rekorları, dünya hukuk tarihine tavan yapardı.
Küresel proje merkezi yönetimlerin millet hazinesinden, yerel yönetimlerinse halkın kesesinden hırsızlık, yolsuzluk, hortumculuk dokunulmazlığı; oralar siyasetiyle zırha bürünür, insanlık suçu olanca kirler, sözde adil komisyonlarla aklanmaya yatırılırdı.
Oraların hukuksal garabeti, siyasal laneti, hak gaspına yasalar felaketi; oralar kimsesizliğine dayatılan hayat cehennemiydi.
Çeşit çeşit patolojik cehalet türlerinin, küresel güdümlü saltanat sevdasıyla demografik yapıyı yağmalama, parçalama ithalatı; oralarda inşası, imarı, iskânı; oraların kaçınılmaz yıkımına yuvalanan, dış güçlerle ortak yapım faciası, karabasan belasıydı.
Partizan imamcılık, kapıkulu imancılık, dinci işportacılık oraların abdestli, oraların şakşakçı çıkarcılıkla kanayan yarasıydı. İstismarcı iltifatçılık, irticacı istilacılık, canlı bomba intiharcılık, gezegenin oralarına nam salmıştı.
Yalancı ihbarcılık, iftiracı itirafçılık, iddiacı ispatcılık; oralar hukukunun, suçta bağışlayıcılık bağışıklığıydı. Oralar ki dünya kamuoyunda; dolandırıcı, üçkâğıtçı, kolpacı, tacizci, tecavüzcüleriyle ilanlaşırdı…
Öylesine kurumsaldı ki oralar (!); irtikapcı icbarcılık, imtiyazcı itibarcılık… Rüşvetçi ihyacılık, oralar sistematiğinin; ya partizan dincilik ya partizan ırkçılık ya da partizan bir ideoloji sürümüyle süregiden siyaset sultanlığıydı...
Haliyle oralarda hak, hukuk, adalet de kamera önlerinin, ezber süslemesiydi...
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek
Kurban Bayramınızı kutluyor, gönlünüzce günler diliyorum.
Dipnot;
1Haydi çek! Ha gayret!