RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (49)


…“Diyar, Viran Üç Dokuz!..”   

           

“Devam edin Viran Üç Dokuz!”       

     

“Taksiye (Taxi) hazır!” 

     

“Üç Dörde taksi serbest!”

 

Akabinde her ikisi de kendilerini uçuşa gönderen emektarlara, teşekkür ettikleri yürek selamıyla park yerinden, pist başına doğru hareketlendiler. “Taksi” diğer adıyla “Rule”: Uçakların sığınak ya da park yerlerinden kalkış pistine, ya da iniş pistinden, sığınak veya park yerlerine, varana dek gittikleri safhaydı. Pistlerle park yerlerini birbirine bağlayan beton ya da asfalt yollara da “taksi yolu” denmişti. 

 

Kutupların manyetik alanından yararlanarak, denizcilikte Pusulayı ilk kez, Çinliler akıl edebilmiş, sonraları daha da geliştirilerek tüm buluşlar gibi, insanlığın hizmetine sunulmuştu. İlgili bilim adamlarınca yer küre, başlangıç noktası sıfır kabul edilen, kuzey kutbundan itibaren; birer derecelik açılarla 360 dereceye bölünmüştü. 

 

Böylece pusulada sıfır-sıfır derece (00) kuzeyi; bir sekiz sıfır (180) güneyi; sıfır dokuz sıfır (090) doğuyu; iki yedi sıfır (270) de tam batıyı gösterirdi. Gezegenin yer kabuğuna konuşlandırılmış her meydana, kapalı havalarda “Aletlerle Alçalma-Yaklaşma-İniş” olanağı veren paternler, krokili paftalar halinde, pilotların kullanımına sunulmuşlardı. 

 

Bu uluslararası resmi alçalma ve yaklaşma plânlarında pistler, pusula ibresine göre adlandırılırlardı. Örneğin, Üç Dört pisti; Kutba göre 340 dereceye, 09 pisti 90 dereceye konuşlanmış, bir pisti ifade ederdi. 

 

Bilimsel konumlarına göre pistler, inşa edilecekleri yörelerde asgari 5 yıl takibe alınmış meteorolojik koşullarda, özellikle hâkim rüzgârların ortalama değerlerine göre konuşlandırılırlardı. Ve aerodinamiksel imalâtlarının bir gereği olarak gerek askeri gerekse ticarî tüm metal yapay kuşlar; mecbur kalmadıkça, kalkış ve duruş mesafelerinin güvenliği için kopyalandıkları hakiki kuşlar gibi rüzgârı, hep karşılarına alarak iniş-kalkış yaparlardı. 

 

Arka rüzgârla iniş ya da kalkışa mecbur kalındığında, rüzgâr şiddeti 10 Nat (Knot) yani 18,5km’yi asla geçmemeliydi. Aksi halde pist, kalkış öncesi koşturuş veya iniş sonrası duruş mesafesine yetmeyebilirdi. İniş ya da kalkış mesafesi yetersiz kalacak anormal durumlar için pilot istediğinde; kumandası uçuş kulesinde olan çelik ağ bariyerler, her pist için yere serili olarak, otomatikman kaldırılmaya hazır dururlardı.

 

Serhan-Göktuğ ikilisinin kumandasında gerek park yeri gerekse piste giderken yapılan olanca harici ve dâhili kontrollerinde, koca zıpır sorunsuzdu. Uysaldı... Tüm testlere olumlu yanıtlar veren başarılı öğrencilerin, huzurlu ruh sağlığı içindeydi... 

 

Test uçuş hattının, bakım arabasıyla kendilerini takip ederek gelen Tahir ve Ramazan Astsubaylar, son kontrollerin yapıldığı pist başı 1penindeydiler. Adına Pen denmiş bu cepler, uzman teknisyenler tarafından, son kez yapılacak hayati kontrollerin, kısa süreli duruş alanlarıydı. Akabinde, iniş takımlarından çıkarılarak alınan, kırmızı bayraklı emniyet pimlerinin pilotlara gösterilmesi; haricen her şeyin normal olduğunun işaretiydi. 

 

Kokpitteki otomatik sandalye fırlatma tetiklerinin, yerde kazayla çekilmesini önleyen, kırmızı bayraklı emniyet pimleri olurdu. Görevli teknisyenin İniş Takım emniyet pimlerini pilota göstermesiyle pilotun da çıkardığı sandalye emniyet pimlerini teknisyene göstermesi, kalkış öncesi karşılıklı bir hatırlatma mecburiyetiydi. 

 

Yzb. Serhan ve Ütğm. Göktuğ da öyle yaptılar. Karşılıklı selamlaşmalar ve işaretlerle yapılan şakalaşmaları yeryüzünde bırakarak, piste girmelerin artık zamanıydı.

 

“Diyar Viran Üç Dokuz piste giriş”

“Viran Üç Dokuz Diyar, Üç Dörde giriş serbest”

   

Piste girip de motor kontrolleri için ayakları çift fren pedalında, gaz kolunu önce yüzde 85, sonra 2military değerine açınca Göktuğ; hey gidi koca kısrak!.. Bedeninde taşıdığı patlamaya hazır bir enerji, pist orta hattındaki tüm gövdesini, sarsım-sarsım sarsmaya başlamıştı. Dizginine sığamayan, şirret küheylânlar benzeriydi. Dahası, bir an önce yörüngesiyle kucaklaşma azmindeki uzay mekiklerinin, gerilmiş sabırsızlığı içindeydi. 

 

Savaş uçuculuğunun özellikle test uçuşları, sadece anlatı evreninde dili kurulabilecek bir teknik hikâyenin yaşanmışı değildi. Doğru ve iyi yapma vicdanının; disiplinler arası bilginin; yaratıcı önsezinin, insana dair fırtınalı bir harmanıydı.

 

Yerinde duramayan huysuz haliyle kulvarını yakalamış soylu bir yarış atı gibi, bağır bağır tepinip kişnese de metal aygır; Jokeyi Ütğm. Göktuğ’la belli ki bütünleşmişti. O anın Yzb. Serhan’ındaysa tüm sesler susmuş, yankılı duygular ayaklanmış, iç dünyasına sevdiklerinin özlem kıvılcımları düşmüştü. Hafıza ekranına yansıyanlar bir bilinç akışı mı, bir iç monolog mu, yoksa bir anımsama ışıltısı mıydı pek kestiremedi?

 

Kuvayı milliye yüreği Ana vatanın, gönlündeki uçsuz bucaksız sevdası, cennet Anadolu’su lohusa eşi; saçları kıvrıl kıvrıl, yanakları gül bahçesi kızı; gecenin ikinci yarısında dünyaya yeni gelmiş, henüz adsız oğlu; vedalaştığı anlardaki kareleriyle Serhan’ın hayallerine doluşmuşlardı. Daha şimdiden yüreğini harlanmış katmanlı hasretlerini, vatana adanmış bir hayatla harmanlayıp, Göktuğ’la uçacakları hikâyelerinin başlangıç paragrafına, derhal geri dönmüştü... 

 

İçsel gelgitlerimiz, en üst derece mahkememiz, başsavcı ve yargıcımız vicdanın; hakkaniyet yankısıysa, insan yüreklerin, insandan yana insani duruşunu saygın kılardı. Bazı bazı göklerine sığmayan türbülanslı duygularımız; kimi zaman bulutlu, sonrasıysa güneşli,  ruhsal dünyalarımız; çise çise yağmurlarımız vardı… İyi-kötü tartısıyla doğru-yanlış toplamıyla neticede insandık. Çıktısına her gerek duyulduğunda, içsel monoloğunu bilimsel bilgilerle, diyalog varlığını ise disiplinler arasının şaşmaz verileriyle ölçüp sunan, mucizevi yapay zekâ değildik neticede hiçbirimiz… 

 

Kaldı ki yapay zekâ, yapay zekâ hevesiyle yere göğe sığdıramadığımız da yerinde bir türlü durmayan insan aklının, olağanüstü buluşlarından biri değil miydi? Hatta evrensel bilimselliğin, kucaklayıcı insandan farklı, soğuk aklıyla tüm çağların; her ne kadar günümüzdeki rasyonel bir bilginiydiyse de bir o kadar da ruhsuz, duygusuz bir doğanın, çağımız dijitali değil de neydi? Henüz oralarda olmasak bile, hani olur da disiplinler arası verilerine, insani duygular da yüklenebilirse bir gün, yarınlarda çok çok daha yararlı olacağı apaçıktı. 

 

Ya da belki zamanla yapay zekâ, insanlık hizmetinden ayrılarak, intihalci kes-kopyala-yapıştır birey ya da grupların ki dahası; geçmişte ve günümüzde, insanlığı organize sömüren yerli ve yabancı sermayelerin, kirli projeler hizmetine girecekti. Hatta hatta marazlı çıkarlar taciziyle, daha daha kötülük, daha daha ihanetleri felakete mühimmatlaştırıp, günümüz insanlığına ilahlaşmış emperyalizmin; afet üretim merkezi harami egemenliklerine, olası ki çok daha doyumsuz olacaklardı! 

 

Sözün özü masum yapay zekâyı, ufuk açıcı bilgeliğin, hazinemsi evreninden hoyratça koparıp; günbegün biyonikleştirdikleri insansı organizmalarla tüm dünyayı tamamen işgal ihtimallerini, yoksa bugünden göz ardı etmese miydik? 

 

Doyumsuz kötülerin, unutulmaz kötülükleri hizmetinde kullanılmış Atom bombasıyla Robert Oppeheimer’ın; “Bir bilim insanı mı yoksa bir katil mi?” tartışması; çağın en önemli buluşu, yapay zekâ için de umulur ki insanlık tarihine viral trend olmasındı!.. Kaldı ki insanlığın, tartışmasız ihanet projesi atom bombasını, canla başla destekleyerek, bir an önce atma emrini vermiş, Harry S. Truman, Amerika’nın 33. başkanı olduğu için mi hiç tartışılmazdı?

 

Kalkış öncesi hayati kontrollere başladı Üsteğmen Göktuğ… 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

Dipnot;

[1] Pen; Uçağın son kontrollerinin yapıldığı, pist başındaki birkaç uçaklık cep.

Military: Gaz kolunun maksimum motor gücü veren en ileri konumu.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593