İnsana güven veren uçma ruhunu, metalik derinlerinin bir yerlerinde yitirmişe benziyordu. Efendilerinin yüksek irtifa acil motor çalıştırma işlemlerine inatla nazlanmamış, adeta direnmişti. Alçak irtifa motor çalıştırma işlemlerini kabulleneceğe de pek benzemiyordu.
Böylesine aymaz, böylesine vurdumduymaz tavırlar sergileyen metal aygırın kokpitinde Üsteğmen Göktuğ, düşünce hızıyla ta İzmirlerdeydi… Karşıyaka kıyı boyu, birkaç yıl öncesiydi… Uçuş okulunun çiçeği domur-domur, pilot adayı bir öğrencisiydi.
Ekim soluyan sokaklarda kırıştırmış ikindi, serince devranını; suratsız bir İzmir akşamının, ilk demlerine hazırlıyordu. O vakitler henüz teğmendi. Can evine olanlar: Güzünü yaşayan Karşıyaka’nın, gün batımına bulalı, o kıyı kaldırımında öyküleşmişti.
Gönül topraklarına ansızın çakan şimşek, ardılına bir yıldırım bırakmış, ışımıştı yerle gök… Bahara su yürümüş, cana cemre düşmüştü… Şenlenmiş her bir taraf, tekmil çiçekler açmış; sanki İzmir o güne gelene dek, hiç İzmir olmamıştı…
Bu eğer bir masaldıysa, ya da bir rüya! Ola ki çakan şimşek; Mecnun’u Leyla’sına, Kerem’i Aslı’sına, Ferhat’ı Şirin’ine kül eyleyen kor olmalıydı. Ya da Anadolu’daki erişilmez dağ doruklarının, gönüllere katmer katmer yabangülü açım demleriydi…
Yüreğini bağrından koparan büyülü çekimlerin, gönlüne saçılan sismik fay hatlarıyla allak bullaktı Göktuğ. Velhasıl O güne dek, benzerine rastlamadığı bu çiçek; hemcinslerinin kimselerde pek bulunmaz tılsımlı bir şeylerini, taşımasına taşıyordu ya!.. Gönlünü apansız derdest etmiş bu efsunkâr ışıltının ayırtına varmış, lakin adını henüz koyamamıştı. Türünün bu güzellik numunesinden, amansız bir vurgun yemişe benziyordu!
Gönlüne olanları, yanındaki silah arkadaşına demiyordu. Demeyecekti üstelik! Rüya ya da masaldan çıkagelmiş afetin; yerlerinde durmayan telli turna gamzeleri… Yüreklere mıhladığı uzun yayla gözleri… Serçecik tavrındaki kıpır kıpır halleri… Hele yok mu o yok mu ikide bir ayaklanan, o inatçı perçemi!.. Yandım Anam, yerle birim demese de yerle birdi o anlarda Göktuğ’un görüneni…
Bilmiyordu, bilemiyordu nereye varır sonu; anlayabilenine çok şeyler anlatan bu çarpılmışlığın... Yüreğini oralara serdirmiş bir düş prensesi, Karşıyaka sahil kaldırımında, alelâcele sağından geçmişti. Ve o anda sımsıkı kapıları gedik vermiş gönlüne, tekme tokat sanki hayat girmişti. Sağa kaykık, sola engelli kala kalmış Göktuğ’un yenik boynu; dönebilme yetisini sanki orada yitirmişti. Kaldırımın şaşmış kalmış, betonarme bir büstünü andırıyordu artık.
Nakışları katmerli bir yaban gülünün, oralara açılan sihirli güzelliklerini seyre koyulmuştu ya! Revaydı, müstahaktı o hallere düşüşü… Ardından koşuşturmuş hatta koşmuştu… Yaptığı arkadaşlık teklifinin, büsbütün reddine karar kılınmıştı karşı tarafça…
Güneş ufkuna doğru iyice eksilmişti… Yazgı bu ya, hayat şiire durmuş, öyküler kesişmişti!.. Ve Göktuğ’un gönül defteri o gün, bir yaman dürülmüştü.
Sabahın erken saatlerinde uçuşu vardı. Hava Harp Okulu mezuniyet sonrası; Ağustostan bu yana devam ettiği uçuş okulunun, öğrenci subay yatakhanesinde, uyku fukarası bir gece geçirdi. Yüreği yanım-yanım… Gönlü bir yangın yeri... Dünün ikindisiyle sanki bir anız tarlasıydı özcesi...
Bereketli güzellikler diyarı, o liseli letafet, nerden çıkmıştı hayatına? Gönlünü bu denli çaldırmanın, böylesine karabasan tutkunun, akıl neresindeydi! Ne olmuşsa olmuştu! Zifir saçları, belinin akarında bir huri, doruk yaylaların o nadide kır çiçeğinden; sevda oku, şok bir vurgun yemişti. O vakte dek, kimselerin iz bırakamadığı gönül sayfası; Şahende (mutlu) bir cazibenin, şiirsel kavak yeline değil; bir kara sevdanın, düpedüz yakıp yıkan tufanına kopmuştu.
Gariplikler coğrafyasıydı hayat! Acılara bulayanlarınızdı bazen, siz yaklaştıkça sizden uzaklaşanlarınız. Her şeyin önüne koyduklarınızdı kimi zaman, yürek yarasını en derinden aldıklarınız!..
Siyah önlük-beyaz yakalıklaydı… Kırma yeşil, iri zeytin gözleri, bir hayat öyküsünün; karlı dağ doruklarına bulutlanmış, kürdîlihicazkâr veznini taşıyordu…
Sevdasından yaman bir vurgun yediğinin, kimliği hakkında aklına düşenler; sadece bunlar olsa da bu masal bu kadarmış diyemezdi. Yarınlara kalamazdı devamı. Bağrındaki yüreği, aksiyon almış yanardağlarca iri patlıyor, ha bire lavlaşıyordu. Ne yapar, ne ederim duyguları, dağlanmış kavruluyordu… Yok yok kavrulmuyor, harlanmış yanıyordu!
Ve ansızın siyah üniformasına sarı iplikle ismi örülü, o okulu hatırladı. Filo uçuş programında, öğretmeniyle yapacağı eğitim sabahın ilk saatlerindeydi. Uçuş sonu alelacele yatakhaneye koşmuş, sivillerini giymiş ve soluğu, levhasında “Karşıyaka Kız Lisesi” yazılı binanın, ön kapısında almıştı…
Gönül birlikteliği kurabilmek için de sevdasının peşinden az mı çırpınmış durmuştu. Bir sonraki seçime dek, terk edilmişlik sinmiş Bayraklı sırtlarına, az mı gitmiş gelmişti. Hafta sonu tatillerinin, aylarca süren gönül terlerini, o kibirsiz, o onurlu gece kondular semtine, az mı dökmüştü.
Sonrasında soluğu İzmir Orduevinde almış bir sevda öyküsünün, günbegün mutluluğa şiirleşen dünyasını koşuşmuşlardı. Mimari çatısını, teğmen arkadaşlarının çattıkları kılıçlar koridorundan kol-kola, yürek-yüreğe geçtiği sevdasıyla nişan salonuna ulaşmışlardı.
Evlilik hazırlıkları telaşında bulundukları şu sıralar; hasret alevlerinde harlanmış sabırlarına; söz geçirme işçiliğiyle geçiyordu geçmek bilmez günleri... Sonbahara kuracakları yuvalarının, ebedi mutluluk özlemiyle uçuşuyordu yürekleri...
Artık “Test pilot” adayıydı Üsteğmen Göktuğ... Şu an uçtuğu çıraklık eğitimi, alacağı ustalık belgesi içindi. Kol uçuculuğu hizmetine ek olarak “Test pilotudur” sertifikasına da sahip olacaktı… Sayıca birkaç olan öteki test pilotu meslektaşları gibi, ağır bakım operasyonlarından çıkmış F–100 savaş uçaklarıyla duygudaş olup kaynaşacaktı.
Ağır Bakımdan çıkmış her uçağın, normal uçuş hattına verilme öncesi; o zulümkâr, o azaplı testleri; bulutlar diyarında bir başına, yapabilme yetisine sahip olacaktı.
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Demokratik, laik, hukuk Cumhuriyetimizin kurucu kutsiyeti… Bağımsızlığımızın Ulu Önderi… Kurtuluş mücadelemiz ve masum milletlerin Dünya lideri… Yeminli askeri olduğumuz yegâne Başkomutanımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz; aziz hatıranızı hürmet, rahmet, minnet ve özlemle anıyoruz. Ruhunuz Şad, Mekânınız Cennet olsun!


