“…Şu an 1,1 Mak okuyorum hocam!”
“Arka sürat saatinde de aynı Göktuğ. Artık Eftırbörnır’dan çıkabiliriz”
“Çıkıyorum!”
“Evet”
“Yavaş yavaş Gaz kolunu %85 “RPM2” e kesiyorum”
“Güzeeel!”
Kocamış nefti azman, hedefini yakalamış bir panter kıvraklığıyla, Mak’a giriş testini de efendilerine kafa tutmadan başarmıştı. Sıra; küheylânın, gök meraya salınmış delişmen azgınlığını usul usul yatıştırmaya, hırçınlığını dizginlemeye, özgürlüğünü uysallaştırmaya gelmişti... Bu sebeple Ey-Bi’ den çıkıp gaz kolunu normal seyrine çekerek, içinde oldukları Stratosferin3, geri sürüklemesini beklemeye koyuldular...
Belli bir süre sonra kokpitin sersemleyen performans aletleriyle birlikte, bir öncekine benzer ama bu kez patlamasız ve sessiz sedasız salınışlarla göklerin, Ses altı (Subsonic) uçacakları normal hızına düşeceklerdi... Zira içinde bulundukları gezegenlerinin, uygar sandıkları teknolojisi; askeri görevlerde sürekli, ses üstü hızlar yapabilecekleri, “Süper Seyir” bir aşamaya, henüz müsait değildi.
“Süper seyir” özelliği; başta yakıt olmak üzere, her türlü ekonomik tasarruf nedeniyleydi. 1968 yılında Ruslar Tupelov 144’de ilk, bir yıl sonra da İngiliz-Fransız ortak yapımı Konkord1 yolcu uçaklarında, ikinci kez kullanılmıştı. Bu ekonomik rejim, art yakıcı itim gücü kullanmaksızın, kararlı ve sürdürülebilir bir ses üstü (süpersonik) uçuş rejimi, temin edebilmeyi amaçlıyordu.
Ticari göklerin ses üstü yolcu uçaklarında, 40-45 bin fitlerde seyir irtifası alınıp, süpersonik sürat yakalandıktan sonra Ey-Bi’ den çıkılırdı. Uçakların sahip oldukları süper seyir özelliği, alçalma noktası gelinceye dek, ses üstü uçuşlarını devam ettirirdi.
“Senin de gördüğün gibi sürat düşmeye devam ediyor Göktuğ. Ama henüz Mak’tan çıkmış değiliz! Birazdan performans aletleri gene sapıtacaklar! İşte o an Mak’dan çıkmış, ses altı sürate inmiş olacağız.
“Evet hocam, aletlerde sapıtmalar başladı”
“Aynen! Günümüz teknolojisiyle şimdilik, yerimiz de haddimiz de burası Göktuğ! Biz insanlık henüz bu kadarlığız!..”
“Anlamadım hocam?”
“Demem şu ki savaş uçaklarında biz insanlık, süpersonik hızlarda sürekli kalabilecek seviyelere, henüz erişememişiz Göktuğ”
“Haklısınız hocam”
Mak’a giriş eşiği, boşlukta korkunç bir infilâk4, ortalığı deviren-yıkan fiziksel bir basınç doğururdu. Yüksek basınçla yığışarak, adeta şiddet yüklenen hava fileleri de sıkıştırılma enerjisiyle yıkışmaya gerilen, fay hatları gibi depremsel özellikler taşırlardı. Şiddetli türbülanslar nasıl ki gökyüzünün hırçın dalgalarıydı, depremler de dünya diplerinde birikerek sıkışan sismik enerjinin, yeryüzü kabuğunu dalgalandıran yıkımsal sarsımları değil miydi?
Emperyalizm canavarından doğma vahşi kapitalizmin, insan etiyle beslenen doyumsuz tüccarları, araç gereçlerini önce göklere, oradan da uzaya salmışlardı. Sömürüye kapattıkları kimsesiz haritalarda; iltihaplı cehaletin, her sektörü partizanca çıkara virüsleyen, özellikle siyasete dadanmış Pirana’larını, öyle ya da böyle güdümlerine alır, oraları organize yağmalamanın, türlü türlü entrikalarını kurarlardı… Bir var ki barbar zorbalığını finansal kapitale, barıştan itibaren devşiren, bitimsiz Savaş Endüstrisinin; bazı teknolojik kullanımlarına, hayrettir ki (!) sınırlama getirilmişti…
Harp hali hariç, yerleşim bölgeleri üzerinde ve alçak irtifalarda, savaş makinelerinin gerek Ey-Bi gerekse Mak’a girişleri yasaktı. Hele de Mak girişleri; ancak belirlenmiş hava sahalarının, test uçuşlarına müsait olanlarında, dahası 35 bin fitler üzerinde gerçekleştirilirdi.
Geçmiş tarihlerde, değerli meslektaşları Yzb. Selim’in, Atış sahasında yanlışlıkla girdiği Mak ile Ankara Mürtet üssünün, adeta gök küresi patlamış, yöredeki yerleşim birimlerinin, olanca camları tuzla buz olmuşlardı. Merkezinden genişleyerek yayılan konik şok dalgası; havzasında bulunma kadersizliğindeki ağaçları, ilâhî bir tufana uğramışçasına devirmiş; gövde-gövde, dalıyla budağıyla yere sermişti. Bölgenin yer ve gökteki canlı varlıkları, neye uğradıklarının şaşkın telâşı içinde, sağa sola korkuyla kaçışıp durmuşlardı…
…………
Saat kadranlarında, bir Çarşamba günün 14.15’ini belirleyen o üç ibre, devranın takvim yapraklarından, sessiz sedasız geçiyorlardı… Yirminci asrın dost görünen teknolojisi, gök atlasın Yzb. Serhan’la Üsteğmen Göktuğ’una o an, bir şeyler yapmaktaydı...
Kırk beş bin fitlerde yapacaklar tam da bitmiş; sıra alçalarak inecekleri, otuz beş bin fitlerin yapılacaklarındaydı ki!.. Motorla ilgili ne kadar gösterge ve ikaz lambası varsa kokpitin, tümden isyanlardaydı. Kırmızılar en kırmızı, sarılar en sarıydı. Beyazlar maviler birbirine karışmıştı. Ve hepten bağlı oldukları hayati alarm, şiddetle yankılanmaya başlamıştı… Zaten göklerin en belalı arızaları; uçağın tüm sistemlerini denetleyen “Master Warning5” lambasını, aniden kan kırmızı yaktılar mı, illaki hayati bir şeylerin, tetikçiliğini yapacakları belliydi!
Kokpit adeta renk cümbüşüydü. O ansızın kopan bir kasırganın, sanki usul usul büyüyecek, yüksek voltajı içine düşmüşlerdi. Sükûnet ürküyor, acelesizlik bitiyordu. Harran göklerinde hızlı bir tempo başlıyordu. Başa gelene bakılırsa, hayat gene bir şeyler karıştırıyordu. Serhan’la Göktuğ’un, onu okumaya çalıştıkları paragraflardan kendini kaçırıyor, kendini saklıyordu.
Ölümün yetenekli ustası, oyununu her yerde olduğu gibi gene iyi kurmuşa benziyordu. Belki yine sırasız belki yine zamansız bir tavır yapıyordu. Ama hakça söylemek gerekirse, işini hep tereyağından kıl çeker gibi, hep bir sebebe dayalı kolaylıyordu. Belli ki dünyeviliğin bir şeylerini dengeliyor, uhrevi bir denklemin, gene bir yerlerini denkliyordu…
Velhasıl oralarda, sus pus olmuştu hayat… Öncesine hiçbir belirti bırakmadan... Bir arsızca, umarsızca durmuştu... Böyle bir şeyse yaşam; öncesinin sonrasına puştça ihanetiydi zaman!.. Kurmaca bir rüyaydı; yaşamın kurgusuna, yoldaşlık eden mekân!.. Ezberi bozulunca umudun; sabır hafızasını yitirirdi, abonmanı olduğu yorgunluktan…
“Hocammm!..”
İnsani duygularda çarpan etkisi yapan bu yankılı gerilim; sürekli kan içerek canavarlaşan savaş sanayiini lanetleyişin, tarihi sorumluluğunu haykırıyordu. İnsanlığı, etik bir duruş olarak yaşamanın saygın asaletini, insan yüreğine siyah çelenk bırakarak selamlıyordu… Hayvandan insana dönüşmüş bir varoluşun, süregiden evrimsel yolculuğunda ne yaparsak yapalım; insanlaşmanın, olmayan yanlarını serzenişle vurguluyordu...
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Dipnot;
1 Ticari göklerde ses üstü uçabilen ilk yolcu uçağıConcord.
2 Dakikada motor dönüsü (Rotate Per Minute)
3Toposferin üstünde, deniz seviyesinden 50 km’ye dek varan atmosfer katmanı.
4 Sonik Boom
5 Hayati önem taşıyan tüm kritik arızaların, kırmızı ana ikaz lambası.