RIDVAN AYDIN

Tarih: 18.12.2025 09:00

YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (66)

Facebook Twitter Linked-in

…Kadavra bir motorla, en uzak mesafeye süzülebilmek için harcanan irtifalar eridikçe, hayat olacakları gizliyor gibiydi. Sert çıkışlar yapıp yapmayacağı, öncelikle yirmi beş daha sonra on bin fitlerde, tamamen belli olacaktı... 

 

Durmuş motorla planladıkları yolculuğun, geniş açıdan analizi, yıllardır eğitildikleri çağdaş bilimlerin, olasılıklar aritmetiğiyle keşke ön görülebilir olsaydı. Olsaydı da hayat dalaşındaki verilerin suskun belirsizliği, inatla diklenen probleme, böylesine bunalım yüklemeseydi. 

 

Kokpitin ikili görev timi, yapılması gereken olancasını harfiyen yapmışlardı. Kitabi olan her ne varsa öyküye yön verecek, özenle uygulamış; yeni fikirlerle yeni kapılar aralama arayışları, başa gelmiş olanda, şimdilik anlamsızdı. 

 

45 bin fitte, aniden susup kalmış bir Jet motorunu, yeniden hayata döndürmede, bir şeyler yapması gereken artık hayattı. Alt irtifaların, beklenene müjde mi yoksa yas mı olacağı, hak etmedikleri değeri verdiğiniz, siyaset tellallarına sebep, Amerikan ambargosunu süzülüyorlardı. 

 

Oysa göğe varan her savaş pilotunun, aşağılarda bıraktığı dünya, kendininmiş sanırdı. Gece gündüz, bazı bazı üç-dört kez, neredeyse her gün inip kalktığı dünyaya yeniden baktı Serhan. İlahi düzenin cömertliği, onca güzelliğiyle, ne yazık ki iyi bir yer olamamıştı. Acıları tatlısına, kötüleri saklısına karışmıştı. Yokladığı yüreğinin tutuşmuş hasretiyle kendini yeniledi.

 

Aşağılarda dinlerin önerdiği, devletlerin istediği dürüstlükte sevdikleri; oralarda, ölümüne mesuliyetini yüklendiği, saygın bir millet vardı. “Yurtta Barış Dünyada Barış’ın” kutsal onuru, şehidistan1 yurdunun güvenliği ülküsüyle gök diyara tutkunluğu bundandı. 

 

Atatürk göklerinin Cumhuriyet yürekleri; Vatan-Millet-Bayrak salvolarıyla, ne kadrolu trollerin simsar siyasetçisi; ne güçlünün kullanımlık gazetecisi; ne de deruni tedavülün hukuksuzluk, yolsuzluk, hortumculuk haramisi değillerdi. 

 

Yağmacı partizanlığın, siyaset işgaliyle hasarlı terazisi etik gazetecilik; duygusal zekâyı mantıksal zekâyla harmanlama adaletiydi. Bir menfaat grubu, bir parti ya da patron tellaklığına yamanmadan, ön yargı ve köpürtmelerden arındırılmış gerçek haberciliğin, doğru ve kapsamlı içeriğiyle insanlığa, yayımlanma misyonuydu dürüst gazetecilik.

 

Yasama-yürütme-yargıyla yönetilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletlerinde; illaki olması zorunlu şeffaflık denetimini doğru, adil ve güvenilir bir vicdanla aktarma mesuliyetiydi

 

Vicdan yoksunu küresel proje taşeronlarca satın alınabilen gazetecilik ise tutkulu çıkarcılığın, çakma yandaşlığı; açgözlü yağmacılığın, tarihe notlar düşen göz boyamacılık resmiydi. Kürenin sömürgen güçlerinden aldıkları destekle hükümet eyleyen ilahlar çevresine, yer kapmakta itişen gazetecilik, millet kesesine kurulu sofralara üşüşme işbirlikçiliğiydi. 

 

Dürüst ve kimsesiz yurttaşlara reva görülen kibrin, tepeden bakış gururuyla konulan mesafe ve sınırlar; çıkar endüstrisinin, siyaset simsarlarıyla kurulan organize suç ortaklığında, yarışırcasına çiğnenirdi. Oraların her dürüst her yurtsever her onurlu yurttaş ve gazetecisine, oralar siyasetiyle zulmedilirken; oraların liyakat kusurlu tüm türleri, biat ettikleriyle ödüllenir, beytülmal’ den1 haramice nasiplendirilirlerdi.

 

Tarih, yalnızca olanların ardı ardına sıralanması değildi; aynı zamanda bir milletin hafızası, vicdanı ve geleceğe dair pusulasıydı. Bu hafızada kimileri fedakârlık onur ve övgüyle anılırken, kimileri ihanetin ve yozlaşmanın sembolü olarak yergiyle zikredilirlerdi. 

 

İşte bu noktada, siyasetin özünde yer alması gereken hak-hukuk-adalet ve ahlak kavramlarının nasıl yorumlandığı, bir devlet adamı ya da siyaset erbabının, gerçek karakterini ve tarih önündeki yerini belirlerdi. 

 

Ahlakı ve adaleti olmayan bir birey ya da lider, halka, millete ve ülkeye nasıl yararlı olabilir, hak-hukuk-adaleti nasıl tesis edebilirdi? Bu soru, çağlar boyu cevabını bulmuştu; ancak her birey, her toplum, her lider ve siyasetçi, hep yeniden bu sınavdan geçerken ederini belirlerdi.

 

İnsanlığın dertleriyle dertlenme, acılarıyla acılanma empatisi, kültür-sanat-edebiyatı vicdan edinmişlerin, insanlığa duyarlı yürek serzenişleriydi. Sanat, uygarlıkların çağlara açılan ötesi, evrensel insanlık değerlerinin duyarlı öğreticisiydi. 

 

Histerik aç gözlülüğün doyumsuz illetiyle güçlüye yaltaklanan ahlakın çıkarcı şeytaniliğine, ne sanat ne de sanatçı denirdi. Ki dahası, en diplerden alıp yukarlara sanatçı olarak taşıdıkları; ilgili toplumların nitelik seviyesiydi. Kötüyü iyi, çirkini güzel, cehennemi cennetmiş gibi algılatma büyüsü, emperyal güdümlü siyaset simsarlarının, irticai enjeksiyon zehriydi. 

 

Sosyal, siyasal, tarihsel gerçekleri bilimsel doğrularla harmanlayıp, insanlık âlemine mantıksal gerçeklerle aktarırken, betimleme diliyle hakikati gösterime sunması; sanatın ve edebiyatın, insanlık tarihine hem kamusal hem toplumsal hem vicdansal görev mecburiyetiydi.

 

Dahası, ustalığın düşünce ve fikirlerini pazarlama yerine, takdirini düşünmeye bırakan, farkındalık yaratarak bilimsel düşünceye pencereler açabilme hassasiyetiydi. Politik felsefenin, edebiyat coğrafyasına her değiniş her dokunuşta, yasalarla inşa edilmiş siyasi ahlaktan çok, insani vicdanlarla oluşanı yeğlemekti. 

 

Duyarlı rol üstlenen gerçek sanatçılık; okur ya da izleyicinin vicdanıyla hesaba oturmaya davetiye çıkaran; psikososyal sağaltmayı, merhemleme yeteneğiydi. Sanatsal niteliğin, toplumsal ve evrensel tezleriyle, psikospiritüel analizler sunma felsefesiydi. 

 

İç seslerin içli diyalogları içine girildikçe, hakikatin içinize koşturan vicdan yürek merhameti, kalemi, mürekkebi, mikrofonu olabilmekti. Hiçbir siyasi, dini ya da etnik ekolün yancısı olmadan; hakkı, hakka, hakça veren bir mesafenin, terapisel umutlarıyla “Godot’u bekleyen” insana, insanlığa, insan olabilme serzenişiydi. 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Dipnot;
Şehitler diyarı

2  Devlet Hazinesi.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —