ŞEHİRDE ‘EVİNİ’ YİTİRMİŞ İNSANOĞLU VE TURGUT CANSEVER HOCAMIZIN BAKIŞIYLA ‘YENİ ŞEHİRLER’ KURMAK.../
Kadim Ankara Kalesi’ndeki eski evine bakarak hüngür hüngür aglayan bir yasli teyze...
Çok eski, artik bakamaz hale geldigi ahsap, kerpiç ve tugladan insa edilmis güzel evini, sicak sulu, kaloriferli bir apartman dairesinde rahata ermek için yillar önce satmis.
Daha sonra, evinden kaçtigi ve onu yitirdigi için bin pisman olmus. Kaçtigi ‘uydu sehirde’, ne komsuluk, ne mahalle ne de eski mutlu hayatini bulabilmis...
“Dami akiyor, bakimiyla bas edemiyorum” diye neredeyse basindan defettigi evinin hasretiyle yanar olmus bu güzel teyzemiz. Küçük de olsa, bahçesini, avlusunu, komsularini, sokaginin seslerini özlemis, özlemi büyümüs, tasmis, bogulmus o apartmanin yedinci katinda. Simdi de gelmis, eski evcegizinin önünde büyük pismanlikla agit yakmakta... (Tabii bu, ‘eski evleri yenileyememe’ müskülatimiz ve plansizligimiz da baska bir meselemiz ve ayibimiz.)
Insan, fitratina uygun insa edilmis evinde, çevresiyle, mahallesiyle, sokagiyla, komsulariyla ve içtimâî hayatiyla mutludur... Ama –güya- modern çaglarda, artik ne insanin tabiatina uygun bahçe içinde müstakil evler ne kadim sehirler ne komsuluk ne de mahalle kaldi. Mahalle öldü!
Oysa ki, devletimiz, kadastromuz, yillar boyunca, ‘altyapisi tamamlanmis tapulu araziler’ üretebilseydi insanimiza, bir ‘sehirlesme bilincimiz ve projemiz’ olsaydi; ‘Sehirciligimiz’, arazi mafyalarina, gecekondulasmaya daha sonrasinda da bilinçsiz müteahhitlere ve projesiz, kaçak yüksek binalara teslim edilmez, sehir merkezleri böylesine sahipsiz kalmazdi. Bambaska bir medeniyet insa edebilirdik... Ne yazik ki yillar öncesinden gelen, otorite, egitim ve suur eksikligi, içinde yasanmaz sehirler kurulmasina sebebiyet vermistir.
Bakin, 2015’teki ‘Felsefe Sûrasi’nda, Prof. Saadettin ÖKTEM hocamiz ne buyurmuslar; “Sehir yapilardan ibaret degildir. Sehirli olmazsa sehir de olmaz. Çünkü sehir, insan unsuruyla vardir. Sehir, insan ve mekân unsurlari, islevsel ve simgesel boyutuyla insani egitir. Insanin egitimi sehirle baslar. Insanin egitimi sabah saat beste ezan sesini duymakla baslar. Zevkleri ve davranislari ona göre olusur. Insan medeniyet anlayisini, zevklerini sehirde hayata geçirir. Sehir de o yapisiyla döner kendi zevkini insana dikte eder. Karsilikli ve sürekli bir egitim sürecidir bu.” Ama sehir, “insanca yasanacak bir sehir” degilse, insan ne hale gelir o zaman? Eee o da sehrine benzer; Yani kaos ve bunalim!
Büyük Velî, Haci Bayram-i Velî Rahmetullahi Aleyh; 'Insan, sehri insa ederken aslinda tasin topragin arasinda kendini insa eder. Gönülde her ne var ise ‘sehir’ olarak görünür. Gönlü tas olanin sehri tas, gönlü ask ile dolu olanin sehri gülistan olur.' Diyerek dermani da, sifayi da gösteriyor günümüz insanina...
Prof. Dr. Köksal Alver de bu beyitten hareketle; “Insanlar mekânlari ve sehirleri insa ederken bir yandan da kendi kimliklerini insa ederler. Mekân, dolayisiyla da sehir, cografya ve yer kavramlarindan farkli olarak, insan eliyle meydana gelir. Bu yönüyle sehirler ait olduklari topluluklarin sembolüdür. Sehrin ruhu, her toplumun hatta her bireyin sehre yükledigi anlamla olusur.” Diyor...
Peki, kaldi mi sehirlerimizin bir ruhu?
Ruhsuz apartmanlarda; fitratimiza, inancimiza, hakikatimize, ‘hayata’ aykiri evlerde, selâmin, muhabbetin unutuldugu, komsulugun bittigi beton kutularda hapis kaldik! Ve bu “mahpusluk” duygusuyla degisti/dönüstü insan, toplum ve sehir...
Büyük münevver rahmetli Ahmet Yüksel Özemre agabeycigimin de bir sohbette buyurdugu gibi; “Nefes almayan o betonarme binalarda, insaat demirlerinin etrafimizi sardigi demirden kafeslerde yasiyoruz ve onlarin yaydigi radyasyonla da daima mutsuz ve huzursuz hissediyoruz kendimizi...”
Betondan binalarda yasamaya mecbur kalirsak da; Mühendislik teknigine, kanunlara uygun, devletin denetledigi-denetlettirdigi/onayladigi saglam zeminler ve depreme dayanikli projelerle yeni evler, sehirler kuralim ve apartmanda da olsa en azindan can korkusu olmadan yasayalim. Deprem konusu bu kadardir iste hayatimizda! Ama düzgün isleyen mekanizmalar ve namuslu müteahhitler, teknik elemanlar sartiyla...
(Lâkin hayâlimiz ve çabamiz hep yatay mimariden ve bahçeli, müstakil evlerden olusan mahallelerdedir.. Çabamiz da bu yönde olmalidir.)
Geçmis geçmistir. Müslüman, mantikli hiç bir insan geçmise saplanmaz, sadece ibret alir ve gelecek tasavvurlarini ona göre yapar, tedbirini alir.
Hazreti Ali Radiyallahu Anh Efendimiz “Tedbir en iyi akildir” diyor.. Çünkü gelecek belirsizdir. Içinde bulundugun andir asil ‘gerçek’ olan... Insan, ‘anin çocugu’ olmali ve içinde bulundugu ani, gelecegi ve mutlulugu için en dogru islere terk etmeli, bütün tabii afetlere, muhtemel tehlikelere göre tedbirleri almalidir. Sonsuza kadar var olacakmis gibi kuramayiz hayatimizi ama bu dünyadaki bilincimiz, sorumluluklarimiz, ‘asil yurdumuzdaki’ gelecegimizi ve ‘mekânimizi’ da belirleyecektir.
Insanca yasanacak evler yap! Deprem riskine göre saglam ev yap! Sel ihtimali varsa dere yatagina ev yapma! Vadideki agaçlari kesme!
Biz neden saglam betonarme binalar yapamayalim, neden çürük binalari yenilemeyelim? Neden binalarin altinda kalip ölelim ki? Neden evlerimizi sele kaptiralim ki?
Gerektiginde denize bile emniyetli yapi kurabildigimiz (binalar, iskeleler, petrol platformlari, denize yapilan havalimanlari v.s.) günümüz tekniginde niçin toprakta, zeminine uygun temel sistemleriyle saglam binalar kurmayi basaramayalim?
Bu dünyada güzel ve huzurlu evimizi kuracagiz ki, ‘gönül evlerimiz’ daha huzurlu olsun... Korku içinde yasayan insan bütün dikkatini korkusuna verir. Önce korkularimizi giderecegiz ki hayatimiz güzellessin ve daha yasanasi mekânlar, sehirler için çalisalim...
...
Rahmetli üstadimiz, büyük fikir adami, mimar Turgut Cansever (1920-2009), yasanabilir evler ve sehirler kurma konularinda en çok tefekkür etmis, arastirma yapmis, bizim ruhumuza, medeniyetimize en uygun çözümleri getirmis insandi... Onun mefkûreleri bizim yolumuzu aydinlatiyor...
Fatih Sultan Mehmet Vakif Üniversitesi ögretim üyesi Halil Ibrahim Düzenli, ‘Realizm-Ütopizm Kiskacinda Sehir ve Istanbul: Ev ve Sehir Vakfi, Deprem Çalisma Grubu ve Yeni Sehirler Projesi Üzerine’ adli makalesinde; 1999 Istanbul depremi sonrasinda Turgut Cansever öncülügünde bir araya gelen Istanbul Deprem Çalisma Grubu’nun ‘Yeni Sehirler’ adli raporlarindan ve Cansever’in bu çalismalar üzerine bina ettigi, ‘Zeytinburnu Pilot Projesi’ kapsaminda hazirlanan ‘Üç Yeni Sehir Önerisi’ni irdelediginden bahseder ve o grubun, ‘Sehir, Insan, Ev’ açisindan çok önemli çözümler öneren çalismalarini anlatir: ‘Cansever önerisinin’ temelinde; Tarihsel vakiflarin güncel bir yorumu sayilabilecek ve sehir kurucu aktörü olan ‘Ev ve Sehir Vakfi’ bulunmaktadir. 1900-1950 yillarinda Ebenezer Howard’in ortaya attigi, Bahçesehir Dernegi ve bir kooperatif kurarak uygulamalarini gerçeklestirdigi müstakil-bahçeli evlerden olusan ‘bahçesehir’ modeli dikkate degerdir. Ayni yillarda Osmanli bakiyesi cografyalarda ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nde kentler büyük oranda müstakil bahçeli evlerden olusmaktaydi. Müstakil konut bahçesinden mahalleye, mahalleden sehre, oradan ülke sinirlarina kadar olan cografî mekân algilamasi, yukarida da belirttigimiz üzere, bir varolus bilinci ile meydana geliyorsa, o takdirde zaten bir ayrilik düsünülemez. Sehirlerdeki yesil doku ile konut dokusunun tabiata sadece ‘dokunarak’ meydana getirildigi Osmanli sehri ve çevresi, Cansever’in sehir ve çevreye bakisinda temel çikis noktasini olusturur...
...
Cansever Üstadimizin ‘Osmanli Deneyi’ ve ‘Türk Evi’ ile ilgili su sözleri de suurumuzu, yarali bilinçlerimizi onaran sözlerdir: ”Kadim bilgilerimizi, yeteneklerimizi harekete geçirerek bu memleketi yeniden kurma sansimiz var. Osmanli deneyi bizim için bir hazine. Bizim için oldugu kadar, bütün insanlik için de bir hazine. Insanlik, teknolojinin Osmanli toplumunun yayilma alaninda nasil vücut buldugunu, neleri çözdügünü görüp buna yeni teknolojiler ilave ederek insanligin bu büyük trajedisine çözüm bulabilir. Osmanli tecrübesi ve Türkiye’nin yetistirecegi nesille bu mümkün olacaktir. O zaman Türkiye dünyaya yetisen degil, dünyanin en asli meselesinde önde giden ülkesi olacaktir... Türk evinden elimizde kalanlari korumak ve buna ilaveten Türk evi ve mahallesini vücuda getiren iradeyi yeniden etkili kilarak çözümleri yeniden üretmek, toplumumuzun gelecek nesillere karsi en önemli görevi olacaktir. Biçime ait güzelligi de inancimizin temellerinden hareket ederek kurabiliriz. Estetik, inancimizdan ayri bir sey degil; eger biz onu dogru bir sekilden kuramiyorsak iki sebebi vardir: Ya inancimiz çok yanlistir yahut inancimizla onun arasindaki bütünlügü hissetmiyoruz demektir.”
...
Sehir bir insana asgariyi yasayabilecegi sartlar sunmazsa o sehir terk mi edilmelidir? Nereye kaçabilir ki insan, köylerimizde bile bes katli betonlar dikilirken?
Ve biz depremden niye korkalim ki, tedbirimizi aldiktan sonra?
Biz asil kendi ruhumuzu, sehrimizin ruhunu ve ‘evimizi’ yitirmekten korkalim!
Bir insaat mühendisi ve is sagligi güvenligi uzmani olarak betondan nefret ediyorum aslinda... Depreme karsi en dayanikli yapilar, ahsap ve yigma yapilar, depremin en çok zarar verdigi de betonarme yapilardir.
Ahsap yapilar, nefes alan, saglikli yapilardir ayni zamanda... O yüzden gönlüm hep ahsapta... Dünyada ahsap yapi tekniginde gelinen son nokta da çok heyecan verici... Ahsap elemanlarinin saglamligi-dayanikliliginda; degil 1-2 katli, çok katli ahsap apartmanlar bile yapilabilecek teknik bir seviyeye gelindi... Bu yeni ‘ahsap yapi sisteminde’ ahsap yapinin iskeletini, elemanlarini görmüyorsunuz bile! Diger yapilarda olan her seyin oldugu, yangina göre de emniyetli binalar. Çok hafif ve salinim esnekligi oldugu için de depremde çok güvenli…
Evet, gönlümüz ahsap evden yana lakin hâlâ çok pahali bir sistem. Öyleyse ne yapacagiz? Mevcut yapi sistemlerini dogru uygulayip, güvenli ve güzel bir dünya insa etmeye ugrasmak zorundayiz.
“Güzel bir dünya insa etmek, dünyayi güzellestirmek, insanlarin gelecek nesillere karsi aslî vecibeleri ve sorumluluklaridir” siariyla mimarî ve sehircilik çalismalarini icra etmis olan Cansever Üstadimiz söyle diyordu; “ ...Yeni sehir tasarimimiz çerçevesinde gelistirmis oldugumuz bir mahallenin tasariminda, sosyal hayatin ve ailenin degisen ihtiyaçlarina cevap verebilecek bir mimarî yaklasim, günün her saatinde yasayan güvenli kentsel mekânlar, sürdürülebilir dogal çevreler ve mahallelilik ruhunu yeniden hayata geçirecek canli komsuluk iliskileri kurma firsatlarini gelistirebilecegine inandigimiz bir çözüm önerilmistir. Amacimiz, gelir ayirimi yapilmadan düsük gelir grubundaki ailelerin de mütevazi, ancak güzel ortamlarda yasadigi, çocuk, yasli, kadin-erkek her bireyin toplumsal olusuma yabancilasmadan katkida bulunmasini saglayacak, bireyin çevrenin olusumuna katilabildigi ve çevresinin sorumlulugunu yüklenerek çevresini denetleyebildigi bir planlamayi gerçeklestirmektir.”
Rabbim, hocamizin bu güzel düsüncelerini memleketimizde tatbik edecegimiz günleri ve gayreti gösterir bizlere Insallah...
(Bu arastirma yazisi ilk olarak Medeniyet Düsünce Ve Kültür Dergisi'nin 54.sayisinda yayimlanmistir.
9031,82%-2,18
34,47% 0,05
36,46% 0,33
2945,19% 0,35
4929,17% 0,00
Ordu
21.11.2024