Malum, biz tatili bol bir ülkeyiz. Yuvarlamalar yapmayi da çok seviyoruz. Araya hafta sonu girdiyse ya da ne bileyim tatil arifesi hafta ortasini geçtiyse biz hemen iki haftayi birbirine baglayabiliyoruz. Sonra ortaya 9 günlük bayram tatilleri çikiyor. Sadece bu mu? Elbette degil. Tatil meselesinde belki de dünyanin nadir örneklerinden birini daha sergiliyoruz. Mesela Isçi Bayrami’nda resmi tatil ilan edildi. Ama her tarafta özellikle hizmet sektöründe isçiler çalisiyor diger kamu çalisanlari tatil yapiyor. Tek kelimeyle tuhaf.
Ama bizdeki gariplik bunlarla sinirli degil. Hatta biz bunlari gariplik olarak degil, müktesep hak olarak gördügümüz için pek de dert etmiyoruz. Zaten insan hayatindaki en büyük ironilerden biri budur; müsteki oldugunuz bir sey sizde bir memnuniyet hissi olusturabilir. Olusturduysa da gerisinin önemi yoktur.
Bunlari biliyoruz. Ama bence esas mesele su; biz tatilden ne anliyoruz? Ya da tatil ne demek? Bizim için belki de en bilindik tanim ise gitmemek olarak anlasiliyor. Yani mesguliyetimize vermis oldugumuz mola, mesgul oldugumuz sey neyse fark etmeksizin isimizle en azindan mesai olarak aramiza giren fasila tatil olarak anlasiliyor. Aslinda dogru bir tanim bu? Ama her tanim gibi biraz eksik.
Biz tatili mesai yani belirlenmis, sinirlanmis ve belli bir sorumluluk gerektiren zaman diliminin disinda tanimliyoruz. Esas tanimladigimiz sey bizzat mesainin kendisi aslinda. Mesaiyi öyle bir tanimliyor, öyle bir sinirlandiriyor ve içerigini sorumlulukla o kadar dolduruyoruz ki neticede mesai dedigimiz sey hatta çalismanin bizatihi kendisi sirtimizda bir yük oluyor. Oysa çalismak her canlinin yaptigi bir eylemdir. Nefes alip veren hiçbir canli hareket etmeden, belli bir gayrette bulunmadan yasayamaz. Çalismak aslinda insanin canli olmasinin hatta bizzat insan olmasinin geregidir. Biz çalismanin, harekette ve gayrette olmanin anlamina sahip olmadigimiz için mesai kavramini öyle vurguluyoruz, altini kalin çizgilerle öyle bir sinirlandiriyoruz ki, nihayetinde ortaya tatil heveslisi bir millet çikiyor. Daha ilginç olani, mesaiden ne anladigimiz bu kadar net olunca tatilden ne anladigimiz da bir bu kadar net ve sinirli oluyor. Abartisiz söylüyorum, bizim tatil tanimimiz mesai tanimimizin tam karsi kutbunda yer aliyor. Iki zit durum yani. Mesainin içi sadece çalismakla dolu olunca tatilin tanimi da bunun zitti olarak, çalismamak olarak anlasiliyor. Hatta bu çalismamak hali “dinlenmek” gibi ne anlama geldigi belli olmayan, sinirlari belirsiz, içerigini neyle dolduracagini kestiremedigimiz bir eylemi de salik veriyor. Dolayisiyla mesai saatleri içinde çalisan ama mesai bitiminde sözüm ona sadece dinlenen insanlar olduk.
Elbette en temelde kapitalizmin bir neticesiydi bu. Kapitalizm zamani bölerek, örgütlü hale getirerek mesaiyi üretmisti. Diger taraftan tatil kavraminin icadiyla yine kapitalizm insanin zamanina, zamani kullanma aliskanligina müdahale etmis oluyordu. Çok ince bir göstergedir, mesela tatil çalisan insanlar için geçerlidir. Eger bir isiniz hatta mesai mefhumunu gerektirecek bir isiniz yoksa sizin için tatil diye bir sey söz konusu degildir. Dolayisiyla tatil kapitalizmin nazarinda hak edilen bir seydir ve biraz da lütuftur. Burayi yani bu noktayi önemsiyorum ve belirtmek istiyorum; bizim tatilden ne anladigimizi belirleyen sey kapitalizmdir. Bu bütün dünya için geçerli. Ve tüm dünyada ileri kapitalist ülkelerde mesai kavrami çok ciddiye aliniyor. Peki; bizde böyle mi? Hiç zannetmiyorum. Bizim ülkemizdeki gariplik tam da burada basliyor; biz müthis bir sekilde mesaiyi vurguluyorken o zamanin içini bir türlü dolduramiyoruz. Diger taraftan tatil diye de ölüyoruz. Tuhaf.