“Kaldir kadehini, ey Cemsüd-ü Cem
Simdi harikulade Frengistan’dayiz.
Taci- tahti birakin su Bayezit’e
Dünya tümüyle bizim, çünkü biz andayiz.”
Cem Sultan. Kendi siiri.
Cemsüd, saray mahzeninde kis için saklanan üzümlerdeki hos koku ve tadi fark ederek, sarabi kesfeden, efsanevi bir Iran Hükümdari olup, sarabi ve sarap alemlerini çok seven Cem Sultan, yukaridaki siirinde, Cemsüd, kendisi ve etrafindaki topluluk serefine kadeh kaldirmakta, Frengistan’a geçmis olmaktan duydugu mutlulukla, taci tahti Bayezit’a biraktigini, artik kendisinin harikulade bir dünyada oldugunu anlatmaktadir. Mutlaka, burada olmaktan ve dünyanin saygi gösterdigi sürgünde bir hükümdar rolü oynamaktan mutludur.
Bu günkü yazimizda, Istanbul’u feth eden Fatih Sultan II. Mehmed’in 2. Oglu olan Cem Sultan’in hayat hikâyesini anlatacagiz.
Cem’in çok garip ve hüzünlü bir yazgisi vardir. 1459 yilinda Edirne’de dogmus, sarayda iyi bir egitim almis, Konya –Karaman valisi iken, babasinin ani ölümü üzerine, kendisinden daha hizli davranarak Istanbul’da tahta çikan ve Sultanligini ilan eden agabeyi II. Bayezit ile tutustugu mücadeleyi kaybetmis, Anadolu’dan Misir’a geçerek Misir Halifesi Memlüklü Sultani Kayitbay’a siginmis, yeniden geldigi Anadolu’da yaptigi mücadelelerde fayda saglamayinca, kaderi onu, dogudan batiya, ki bunlarin büyük çogunlugu Hristiyan ülke ve toplumlar olmak üzere, yaptigi çetin mücadelelerle, yüzyillarca batidan gelen Haçli seferleriyle perisan olmus doguyu, hilal - haç kavgasinda Hilal’i, Hristiyan –Müslüman çekismesinde Islam’i öne çikarmis, Anadolu ve Balkanlarda, en basta Bizans-Roma ve Trabzon-Rum Imparatorluklari olmak üzere iki imparatorlugun, Akkoyunlu Devleti, Mora Yarimadasi, Eflak-Bogdan, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Konya-Karaman ve diger Anadolu Beylikleri olarak on dört büyük krallik ve hükümdarligin, sayisiz yöre ve kentin, yaklasik toplam iki yüze yakin yerin fatihi olan babasinin son seferini yaptigi Rodos Sövalyeleri denilen Haçli artigi Sen Jan Tarikatinin eline düsürmüs, çok istedigi Macar Kralligi’yla isbirligi arzusu bir türlü gerçeklesememis, yillardir en büyük düsmanlari ve intikam için dis biledikleri Fatih’in küçük oglunu ellerine geçiren ve Osmanli’ya karsi kullanmak isteyen Rodos Sen Jan Sövalyeleri, Roma-Vatikan-Papalik, onlarin elinden almaya çalisan Bati Frank Imparatorlugu gibi devrin Hristiyan ülkelerinin elinde yasadigi sürgün yillari boyunca, onlarin oyuncagi olmus, agabeyi Beyazit, Cem’in rehin tutulmasi karsiliginda Hristiyan dünyasina yüklüce haraçlar ödemis, koskoca Fatih Sultan Mehmed’in oglu, sonunda, Avrupa’da bir kenarda, yalniz ve kimsesiz ölmüstür.
Bu arada bazi açiklamalarda yapalim. Birincisi, Fatih Kanunnamesi’dir. Fatih Sultan Mehmet, hükümdar olurken haylice kan dökmüs bulundugundan, ünlü Fatih Kanunnamesine koydurdugu “ Her kimseye evladimdan saltanat müyesser ola, karindaslarini nizam-i alem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi bunu tecviz etmislerdir.” Hükmü ile muhtemelen hem vicdanini rahatlatmak , hemde tarih boyunca birçok büyüklü küçüklü devletin, imparatorlugun güçten düsmesine, yikilmasina neden olan taht için kardes-hanedan kavgalarinin önüne geçmek istemistir.
Ikincisi, ülkemizde pek bilinmeyen Kaftanli Sehzade kavramidir. Daha çok Hristiyan ülkelerinde yerlesmis bir adet üzere ki, oralarda, kirallarin birinci ve soylu es olan kraliçelerden olan çocuklar, dogduklarinda kirallik damgali ipek kaftana sarilir ve bunlara Kaftanli Sehzade denir, kralin gerçek varisleri ve hanedan üyeleri kabul edilirlerdi. Kraliçelerin disinda, soylu veya degil, gayrimesru iliskilerinden dogan çocuklari, soylu ve hanedan üyesi sayilmazlar, hak iddia edemezlerdi. Bayezit, Fatih Hükümdar olmadan önce ve birazda hikayesi karisik bir kadindan olmustu, Cem ise, Fatih’in bir Sirp prensesinden olma çocuguydu ve saraydan bazi kisiler bunu ona fisildamislar, Bayezit’in hükümdarlik hakki olmadigina ikna etmislerdi.
Üçüncüsü, Fatih, Istanbul’un Fethi’nden sonra, sehirde çok az olan Müslüman nüfusu çekebilmek ve otorite saglayabilmek için Vakfiyeler kurmus, özellikle Anadolu’dan gelen güçlü ve ünlü ailelerin de kurmalarina müsaade etmis, bunun yaninda Aksemsettin gibi birçok din alimi Istanbul’a gelmis, bunlara bina, yurt ve toprak verilmis, aileler ticarete ve zanata yönelirken, alimler açtiklari medreselerde talebe yetistirmeye baslamislardir. Sehrin gücü ve zenginligi artarken, baslayan kültür patlamalari da ayri bir aydinlik olmustur. Istanbul’u saglama alan Fatih, ordusu, pasalari, sancak beyleriyle sürekli fetihle ugrasmistir.
Zaten sofu bir yaradilista olan Bayezit (mümin-iman sahibi demektir) iktidara geçtiginde, medereseler, saray için gözde olurlar. Tabii ki bu durum, Anadolu ve Rumeli’de sürekli sefere kosan, hayati at üstünde geçen, gaza ile aldiklarini hükümdara teslim edip, karsiliginda kendisine irat-gelir getirecek birkaç köy verilerek, ancak yasliliginda rahat edebilen, küçük toprak sahipleri sipahileri, pekte memnun etmemektedir. Zaten Cem Sultan’i destekleyenlerde, ömrü fetihlerle geçen Fatih dönemindeki hürmet ve itibarlarini bulamayan özellikle güçlü Rumeli Sancak Beyleri’dir. Su üstünde görünenin aksine, gerçek kavga, daha derinlerdeki hazineden pay almanin kavgasidir.
Cem Sultan, maiyetiyle beraber Rodos Sövalyeleri’ne sigindiginda kendisine bir sultan muamelesi gösterilmis, iltifatlar edilmis, rahat edebilmesi içinde adada bulunan ve daha çok ticaret islerinde kullanilan bir Fransiz kervansarayina yerlestirilmisti. Adamlari yanindaydi, kendisine Dogu’nun saygin bir hükümdari muamelesi gösteriliyordu ve pekte sürgün sayilmazdi. Yinede bazi sikintilar vardi. Cem’in niyeti Rodos yoluyla Osmanli’ya sinir komsusu olan Macaristan’a geçmek ve Macar Ordusunun destegi ve Bayezit’a karsi, kendisine katilacak Rumeli Sancak Beyleri ile Istanbul’a yürümekti. Ancak, Cem’in siginmasi , Hristiyan dünyasinda hayli ilgi çekmisti. Bayezit’in gönderdigi elçi ile Cem’in sürgün olarak saklanmasi için, her yil 45 bin düka altini vermeyi kabul etmesi nedeniyle, basta Roma-Vatikan’daki Papa olmak üzere, Fransiz krali ve birçok Hristiyan güç, böyle degerli bir hazinenin söhretinden ve Osmanli üzerindeki gücünden, tabii ki, gelecek paradan da yararlanmak istiyorlardi. Cem’in hayati kurtulmustu, ancak, daha sonraki yillari, Papalik ile Fransa Kralligi arasindaki güç mücadeleleri arasinda geçecek, bir sehirden digerine, bir kaleden digerine dolastirilacakti. Bunlarin içerisinde en güzellerinden birisi ise Fransa Krali’nin himayesinde ve Kral’in yegeni olan genç bir Dük’ün arkadasliginda, Fransa-Savoy-Nice Körfez-kentinde geçirdigi günlerdi. Gemiyle Nice’ye gelmisler, halkin coskulu sevgi gösterileri, yollarina serilen çiçekler ve bizzat genç Dük tarafindan karsilanarak, hosnut edilmislerdi.
Cem, Nice’de, Dük’ün sarayinda kaliyordu. Bahçesinde öbek öbek nar, zeytin , portakal agaçlari, yüksek palmiyeler, çimenlerden olusmus yumusak bir halinin surasina burasina serpilmis çiçekler, fiskiyeler, çagiltili küçük derecikler ve yukarda, Savoy’un engin gökyüzü ile önünde lezzetli Fransiz sarabi. Sürekli içiyor, siirler okuyor, sarkilar söylüyordu. Kaderinin önünde güçsüzdü, ama, gün ve zaman onundu. Keyfini sürüyordu. Cem, Nice’de çok siir yazmisti, iki kadeh sarap çekti mi, palmiyeler ve mimozalar arasina uzaniyor, siirlerini söylüyor, not aldiriyordu. Ancak, tabii ki, kendisiyle aksam sabah bir olan sofra ve kadeh arkadaslari olan Hristiyan rahipler ve muhafizlar arasinda siirlerini dinleyip anlayacak kimse yoktu. Yazinin basinda verdigimiz siirde o günlerin hatirasiydi. Cem , yalnizdi, amma yinede hosnuttu, ümitleri vardi.
Papalik yillardir, Cem Sultan’i serbest birakma ve Osmanli’ya karsi kullanma tehditleriyle, her yil 45 bin düka altini haraç aliyor, üstelik, Osmanli Fetihleri’ninde önünü kesiyordu.
Cem Sultan’in 1495 yilinda ölümüyle her sey bir anda degismisti. Bayezit para vermeyi kesmis, üstelik, ani bir hamleyle Osmanli Donanmasi, Cem’in nasinin bulundugu Napoli’yi kusatarak cenazeyi istemisti. Memleketine getirilen Cem , sade bir törenle Bursa’da gömüldü. Cem Sultan’in annesi Misir’da vefat etmis, ogullari ve torunlarinin her biri bir tarafa dagilmis, nesillerinden bir kismi Hristiyanligi kabul ederek, Rodos’a ve Avrupa’nin degisik yerlerine yerlesmislerdi. Osmanli Hanedan üyeleri, Cem’i ve sonraki nesillerini hiçbir zaman affetmemisler, fetihlerde veya baska sekillerde ele geçirdiklerinde , ‘hükmü’ infaz etmekte tereddüd etmemislerdir. Yazik olur Cem Sultan’a, kendi gider, adi ve hikayesi kalir yadigar..
Kissadan hisse, memleket kavgalarinin kimseye bir yarari oldugu da görülmemistir.
Saygilarimla. Turgay Güven.