Magna Carta anlasmasi, yeryüzündeki, krallarla burjuva tabeaalari arasindaki ilk anlasma olmayabilir. Surasi muhakkaktir ki, eski Misir’dan, Iran’a, Antik Yunandan Roma’ya, Çin’den Hindistan’a veya Rusya’dan Japonya’ya kadar, köy tipi alanlarda, küçük kapsamli tarim ürünleri ekonomisinden, büyük arazilerde bol miktarlarda tarim ürünü yetistirebilen genis kapsamli toprak sahipliklerine, ev tipi imalathanelerdeki, küçük kapsamli el isi küçük kapsamli sanayi ürünleri ekonomisinden, büyük imalathanelerde bol miktarlarda sanayi ürünü genis kapsamli fabrika sahipliklerine geçebilen bir çok toplumlarda ve ülkeler de, güçlenen ve palazlanan köy-kent burjuva siniflari, hükümdara, hanedana veya devlet otoritesine karsi bir sekilde etki göstererek benzeri avantajlara sahip olmuslardir.
“Peki, hocam, Orta Asya Türk ve Orta Dogu Islam ülkelerinde bu durum nasildi. Benzer durumlar var miydi, benzeri girisimler veya benzer anlasmalar oldu mu?” diye soracak olursaniz.
Bir devleti Magna Carta’yi yaratacak hale getiren sartlar ‘genis topraklara sahip topraga yerlesik toplumlar’da görülür. Oguzlar, Türkler, Mogollar gibi yerlesik olmayan, topraksiz, ancak kavmine ait avlak-yaylak agirlikli bir yurdu olan, büyük çogunlugu göçebe, dogal olarak çadir –otag kültürü gelismis Orta Asya bozkir kavimlerinde böyle sartlar olusamamistir. At üstünde bozkir beyleri hiçbir zaman derebeyi-sato beyi olamamistir.
Misal olarak, Asya’da Hun Devleti yada Göktürkler veya Cengiz Imparatorlugu, Osmanlilar, Timur-Babür Imparatorluklari gibi Hun-Oguz-Mogol vb. Asya kökenli toplumlarda, böyle bir anlasmaya sebeb olacak durumlar çikma ihtimali yoktur. Çünkü, Büyük Hun Devleti’nden beri, Orta Asya kökenli devletlerde, babadan sonra, arazi kardesler arasinda bölünmüs ve kardesler, kendi aralarinda birbirleriyle çekisirken, devletler uzun süreli olamamis, hatta, bir çok zaman, firsat bulan bir çok güçlü komutanlar, zamanla, hanedanlarin varislerini yok ederek kendi egemenliklerini ve hanedanlarini kurmuslardir.
Islam’da mülk, yani toprak Allah’a aittir.
Birer tarim toplumu niteliginde olan Orta Dogu Islam devletlerinde mülk, yani o devirde birinci derecede mülkiyet ve üretim araci olan toprak, Allah adina, o günler için bir devlet teskilati ve gücü sayilan halife, emir, sultan, hünkâr, hükümdar ve benzeri kisilerin adaletine haizdir. Yani, topraga atadan, babadan veya fetih ve benzeri bir sekilde sahiplik kazanan hüküm ve emir sahibi kisi, bu mülkün varliginda ve kazanildiginda hak sahibi kisilere adaletle pay edilmesinden de mesul durumdadir. Savasan komutanlara, askere mevki ve rütbesine göre has, zaamet, timar olarak degisik büyüklüklerde toprak verilerek, üzerindeki insan unsuru ve gelen gelirden istifade edilme yoluna gidilmistir. Din adamlarinin, dini tesekküllerin ise kendilerine ait ihtiyaçlari için bir miktar ufak tefek arazileri olmustur, ancak hakim güç veya devlet onlara büyük gelirler getirecek firsatlara göz açtirmamistir.
Islam toplumlari, kiside asiri zenginlik yaratacak girisimlere göz yummamis, gelir hakim güce, hükümdara, devlete aktarilmis, bu nedenle toplumda özel mülkiyet, yani sermaye birikimi olmamis, burjuvalasma ve sanayilesme gelismemistir.
Yine’de, büyük ölçüde Iran kültürüyle kaynasmis Oguz-Türkmen kökenli kavimler tarafindan, Iran’da kurulan, Büyük Selçuklu Devleti, bu konuda, Türk tarihinde ayri bir örnek teskil etmektedir. Alparslan’in Malazgirt savasi ile Anadolu topraklari’na adim atan Büyük Selçuklu Devleti’nde en güzel örnegini gördügümüz gibi, fetihler zaman zaman Sultan’a ait hassa ordusu ile yapiliyor olsa da, asil fetihler, Selçuklu hanedanina ait erkeklerin, kuzenlerin, yegenlerin, torunlarin vb. nin kendi güç ve insiyatifleriyle yaptiklari, hamleler ve kazanimlar yoluyla olmustur. Büyük Selçuklu otoriteleri, zaman zaman, bu tür hareketleri istemisler, desteklemisler, bazen ise, ister istemez izin vermisler veya göz yummuslardir.
Örnek olarak, Suriye-Firat Nehri boyunca eden ilerleyerek, Anadolu’yu feth eden,-bugün Firat Nehri kiyisinda Türk topragi sayilan Mezari bulunan- hanedandan Kutalmis oglu Süleyman Bey, Büyük Selçuklular’ da merkezi güç zayifladiktan sonra, kendi adina Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmustur. Ancak, elbette ki, bu durum, karsilikli anlasma ile verilmis bir hak olmayip, fiili bir eylemdir.
Osmanlilar ise, isi daha siki tutmuslar, devsirme yoluyla kapikulu yetistirmisler, mevki makam vermisler, amma kimseye daimi mevki-saltanat vermemislerdir. Gereginde verdiklerini kanla dahi olsa geri almislardir. Çok acidir ki, ‘merkezi idarenin gücünü parçalamamak için’ kardes veya evlat, nesep katline kadar –benim bu büyük imparatorlugumuza ve tarihine bir saygim vardir, o nedenle ayrintilara girmek istemiyorum- gidebilmenin zilletine katlanmak zorunda kalmislardir. Bu sayede devleti uzun yillar ayakta tutabilmislerdir.
Peki, ya, bu Büyük Özgürlük Belgesi’ nin “Avrupa’da, Osmanli’da, dünyanin diger ülkelerinde filan nasil bir etkileri nasil olmustur ?” diye soracak olursaniz. O ayri bir hikâye.
Saygilarimla.