TURGAY GÜVEN


Kırlangıçların Baharı (2) (Devam)


         Benim asabim bozuldu, fazla beklemeye gerek görmedim, eve döndüm. Benim gibi birçoklari da ayrildilar.  Bazisi komsu sokaklara geçmis, bir çare bulmaya çalismistir. Annem, yaz günü buzdolabindaki yedek bekleyen soguk sudan çay yapmis.  Bu günde kahvaltiyi yaptik. Üniversitede okuyorum, girecegim ders saat 11.00’de, evde oyalaniyorum,  ara sirada pencereden çesmeye göz atiyorum. Epey bir zaman sonra çesme basinda kimse kalmamisti, ancak kizlar hala ordaydilar ve ikinci bidonlari da dolmak üzereydi. Sonunda doldu. Nasil tasiyacaklarini merak ediyor, onun için bekliyordum.  O zamana kadar çesmenin kenarinda duran insaatlarda kullanilan el arabasini fark etmemistim. Kizlar bidonlarin ikisini birden el arabasina yüklediler. Büyük kiz arabayi  iki sapindan kavradi, öteki de üstten bidonlar devrilmesinler diye tutuyor,  araba yürüdü,  tam kaldirimdan  asfalta  inerken ön  teker  yana egildi, kizlar arabaya  sahip olamadilar,  arabanin   ve  bidonlarin dengesi bozuldu ve...

     O su kitliginda damla damla dolup ta, bir anda ziyan olan koskocaman iki bidon suya mi yanarsin,   evine susuz dönen onca insanin öfkesini kazandigina mi? Kizlarin bilinçli olarak yaptiklari bencillikle, yarin kimin yüzüne nasil bakabilecekleri ile bunca saat sonra, iki  bos bidonla eve döndüklerinde analarinin onlara ne dedigi, ne yaptigi ise, elbette pekte umurumda degil.  ‘ Ey Rabbim hep bana, hep bana ..’  demeyip te, arada  sirada, diger kisileri de idare etseler, belki böyle olmazdi.

       Hikâye bir doktor tanidigimin anilarindan. Kendisi Istanbul-Beylikdüzü’nde özel bir hastanede çalisiyor. On yil kadar önce, bir zamanlar Istanbul çevresinin çorak Trakya topragi düzlüklerinden biriyken, Beylikdüzü yeni belediye olmus, imar baslamis, apartmanlar siteler yerden fiskirmaktadir.  Günlerden bir gün, ögle tatili sirasinda, doktorlarin yemek sonrasi toplu halde oturduklari odaya,  35-40 yas arasi, güleç yüzlü genç bir kisi girer. Bir hastasi için, tanidigi  bir doktorun yanina gelmistir. Oturturlar,  ikramda bulunurlar.   Konu konuyu açar.  Kendisi Karadeniz’lidir ve malüm, Istanbul’da ki hemsehrilerinin çogu gibi,  oda civar arazilerde insaat- müteahhitlik isleri yapmaktadir.

      Ayrica siyasetle de ilgilenmektedir ve Beylikdüzü CHP üyesidir. CHP ilçe baskanligina aday olmak istemektedir ve parti teskilatinda etkili oldugunu ögrendigi bu tanis  doktordan bu konuda da yardim arzu etmektedir.  Cesareti, giriskenligi, açiksözlülügü ve güler yüzü doktorlarin ilgisini çekmistir. Odada Karadeniz’li doktorlar da vardir. Ayni veya farkli görüste de olsalarda,  gurbet elinde Karadenizli bir hemsehrilerinin ilçeye aday olmasindan memnun olacaklarini belirtirler. Sonunda hem ilçe baskani olur, hem de en güçlü oldugu bir devirde AKP’nin elinden belediye baskanligini alir.

   Sik sik bir takim seyler için hastane ye geldiginden, bir keresinde bizde tanismistik. Çevrede belediye çalismalari hakkinda olumlu sözler söyleniyordu. CHP’nin Istanbul Büyüksehir Belediye Baskani adayligi için adi geçtiginde ise, birçok kisi bu kadar basarili olabilecegini tahmin edememisti.

      Ülkemizin dünya çapinda mizah ustalarindan, rahmetli Aziz Nesin’in, hikâyelerinden birinde, olay, o zamanlar, Istanbul’un dis mahallelerinde mantar gibi çogalan tekstil-trikotaj atölyelerinden birinde geçer.

     Genç isçi, artik geçmis gün, ise geç mi kalmistir, yada isinde bir ihmali mi olmustur, her neyse, patronuyla tartismis, isten atilmis, Anadolu’nun ücra yerlerinden birinden kiz kaçirip geldigi, orda burada çalistigi,  yeni memleketi Istanbul’da,  sur disinda ki göz alabildigine ufka, taa Silivri’ye, Edirne’ye kadar uzanan hazine arazilerini kapatan arazi mafyalarindan- gecekondu agalarindan, elindeki birkaç kurusla aldigi bir parça kuru toprak üzerinde,  kendisi ve  karisi insaat isçisi olarak çalisip,  en ucuzdan malzemeyle yaptigi, üç göz evine gelmistir.

    Basi ellerinin arasinda,  dirsekleri mutfak masasina dayali olarak oturdugu sedirde,  gözlerini, karisinin, ‘simdi ne yapacagiz?’ diye korkuyla bakan gözlerinden uzak tutmaya çalisarak, tek tük cümlelerle, olanlari anlatmakta, gözleri biri esikte, biri besikte iki yavrusuna takildikça da içinden kahrolmaktadir.  Bir yandan,  içine bolca ekmek dogradigi çorbayi kasiklarken, bir yandan da, kendisine haksizlik yapildigini, bir bahaneyle tazminatsiz kapi önüne konuldugunu, yeniden nasil is bulacagini filan düsünmekte, yüregindeki hirslar,  öfkeler ve acilar ile kafasindaki ümitsizlikler, eziklikler, çaresizlikler birbirine karismaktadir.

        Birkaç gün sonra, yine ayni sektörde yeniden is bulmustur. Üstelik artik tecrübeli eleman vasfinda kabul edilmektedir. Akillanmistir, bir daha ayni duruma düsmeye, hayatin sillesini tekrar yemeye hiç niyeti yoktur ve canla basla çalismaktadir.

      Yillar yillari kovalamis, baska çocuklari da olmus,  mali durumu düzelmis, eski perisanligi kalmamistir. Evini biraz daha oturulabilir hale getirmistir. Çocuklar büyüyüp okula gitmektedir, karisi da ayni atölyede ise baslamistir. Artik para da biriktirebilmektedir. Kenar kösede üç bes kurusu biriktikçe aklina baska fikirler, baska islerde gelmektedir. Bir gün semt kahvehanesinde,  kimi arkadaslariyla kagit oynar, kimi de laflayip zaman geçirirken, konu konuyu açmis,  konusmalar sirasinda, çevre masalardan birisinden iyi giyimli, yaslica bir beyefendinin,  kendisini isten atan eski patronu için, “Falan tekstil’in patronu, benim yanimda isçi idi,  bir gün isten attim, yillar sonra,  karsimda fabrika açti, patron oldu, bak simdi bana çalim atiyor.” Dedigini isitmis, ilgisini çekmistir.

       Uzun sözün kisasi, zaten artik isin girdisini çiktisini ögrenmistir. Karisiyla kafa kafaya verirler. Çalistigi atölyeden ayrilir.  Geleneksel Türk isi, is kurma yöntemi olarak karisinin kolundaki üç bes dal bilezige, eldeki üç bes kurusta ilave edilerek, yine çevredeki fabrikalardan kalma 2.ci, 3.cü, kim bilir kaçinci el bir tezgâh temin edilip, evin bir kösesinde fason parça kiyafet üretim faaliyetine geçilir. Zamanla bir tezgâh daha alinip, isçi çalistirilir. Yeni bir eve tasinilip, eski ev tümüyle atölyeye çevrilir. Yillar sonra, yeni yaptirdigi ve bine yakin isçinin çalistigi tekstil fabrikasini törenle açar.

       Bir sabah, sik sik ise geç kalan, üstelik kendisiyle tartisan bir isçisini ani bir öfkeyle isten çikartmistir. Ancak, yine de içi rahat degildir,  yillar önce ki, kendi durumu aklina gelmekte,  isçi ve ailesi için üzülmektedir. Aksam eve gittiginde, cani hala sikkindir. Hepsi üniversite mezunu ve hepsi de kendi fabrikasinda çalisan, çocuklar, gelinler, damatlar ile torunlar, salonda kurulmus yemek masasinda yemege oturduklarinda da, önündeki büftegi biçakla parçalarken de,  ayni seyi düsünmektedir. Karisinin, “O kadar üzülme, o da bizim gibi önceleri zorluk çeker, birkaç gün sonra yeniden is bulur, artik sikma canini.” Sözüne,  cevap verir. “ Ben ona üzülmüyorum. Kendime yeni bir rakip yarattim,  ona canim sikiliyor.”der.

       18- 19 Mayis günlerinde,  Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadeleye baslamak üzere Samsun’a çikisinin 100.cü yildönümü nedeniyle,  sembolikte olsa Atatürk’ü karsilamak ve iki gün sürecek törenlere katilmak üzere Samsun’a gittim.  Insan çok duygulaniyor. Saka yollu ‘Haberim olsa, ilkinde de Mustafa Kemal’i karsilamaya giderdim’, diyorum, sakasi bir yana katilan insanlarda öyle bir ruh hali vardi ki, bir yüz yil bosuna geçmemis, ilk günkü cosku ve azim, aynen devam ediyor, nice yüzyillara.

       Kirlangiçlar pikeleri sürdürüyor, yumurtalar yuvalarda çatlamayi bekliyor, hayat devam ediyor, gelen günün ne gösterecegini ise, Allah bilir.    

      Saygilarimla. 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593