… Yzb. Yıldırım Budan, Konya meydan üzerinden 15 bin fit (5 bin 200m) yi süzülürken; siyaset dinamikleriyle yoksul bırakılmış yurdunun, çift kişilik bir savaş uçağını, yerküreye sağ salim indirme umutları çiçeklenmeye başlamıştı.
Durmuş motorla süzüldüğünüz bir paternde: İneceğiniz piste göre belli noktalarda belli irtifaları yakalayabilmek, paraşütle atlamadan inebileceğinizin trigonometrik becerisini kesin olmasa da sizden esirgemezdi.
Göklerde hayat, akla hayale gelmeyecek boyutlarda ağır olsa da hiç değilse o an vefalı davranıyordu sanki. Beklentiler gerçeğe, umutlar sevinçlere dönüşüyor gibiydi.
Yıllardır yaşadığı gök hayatça hayli eğitilmişti. Beklenmedik gelişmelerin çözümü elinde olanlara da olmayanlara da oldukça hazırlıklıydı. Sıra bu günkü zorlu sınavdaydı. Bunu da kazasız belasız atlatırsa, kim bilir hayat daha hangi derslerini dayatacaktı.
Atatürk’le çağdaşlığa koşturan Cumhuriyet devrimleri, Atatürk sonrasının küresel güçlere günbegün taşeronlaşan, hep aynı siyasetiyle yarım bırakılmıştı. Özellikle Sam Amca, kendine bağımlı kıldığı, en sadakatli müttefiki Türkiye Cumhuriyetini, Kıbrıs Harekâtında sözünü dinlemediği için ağır bir ambargoyla cezalandırmıştı.
Pilotluk sanatının olanca inceliğiyle pür dikkat kilitlendiği pisti tutturabilme hesapları arasından, Yzb. Budan’ın kulağına bir şeyler geldi. Telsizden arayan Konya Uçuş Kulesiydi.
“Ejder Sekiz Üç Ferman!”
“Devam edin!”
“Egzozdan yoğun duman çıktığı aşağılardan dürbünle görülüyor. Üs Komutanımızın emri! Derhal uçağı terk edin!
“Komutanımdan özür diliyorum. İnancım şu ki, bu sapkını indireceğim.
“Atla, Atlaa!”
“Bataryam iniş sonrası frenleme için lazım olacak. Lütfen bana telsizi daha fazla kullandırtarak batarya gücünü zayıflatmayın”
Yzb. Budan yüksek kilitte (15 bin fit) yedek sistemle konması gereken iniş takımlarını çıkarmayı bilerek geciktirmişti. İniş takımları konunca hayli artacak sürükleme kuvveti, daha derin alçalmasına sebep olarak, elindeki yüksekliği daha çabuk tüketecek, yerde kat edeceği mesafeyi daha da azaltacaktı.
Bu yüzden yere nazaran iki bin beş yüz fit olan “İki Yedi Sıfır Noktası” yani pisti karşılama dönüşünde koydu. O anlara dek, durmuş motorla zaten derin süzülen yaratık, sanki bir gökdelenin yüz ellinci katından halatları kopmuş bir asansör misali, daha bir derince çökmeye başladı.
Matematiği olsa da gerçek hayatın, gök hayat bazen matematiğe uymuyordu. Yıldırım Budan yüzbaşı var gücüyle inancına sığındı. Hayatla derin hesaplaşmalar içindeydi.
Duygu ve mantık çatışmaları, pişmanlığının bir yerlerine biriken karamsarlığını çoğaltıyordu. Bir an için “Keşke komutan emrettiğinde atlasaydım” diye düşündü. Zira Azrail Hazretleri, gök mekânın gereksiz zaman kayıplarını hiç kaçırmazdı. Ama artık çok geçti.
Bir savaş uçağını, göklerin bir yerinde bir kenara çekip durmak olası değildi. Yaşanmışları geriye sarmaksa zaten hiçbir kuralında yoktu hayatın. Öylesi anları vardı ki ömrün, bir şeyleri yeniden başlatmak için bazı bazı geç kalınıyordu.
Yeşerttiğiniz umutlara güz vurması, karakışlar ortasına düşmeleriniz geç kalmışlıktandı. Hayatın iyi bir öğrencisi olmak zaman alıyordu. Hatasını geç fark eyleyene kısa vadede yumuşamasa da zamanın da payını verdikten sonra hayat,
merhametini esirgemiyordu.
Kendini ertelememek, daralmaları abartmamak gerekiyordu. Sabır, katlanışların sessiz çığlıklarıydı. Fırsatları yönetememişlerin, kendini yönetebilme ustalığıydı. Fırsatlar ki bulutlara benzeriydi. Ya bereketini ya da felaketini bırakır giderlerdi.
Düşercesine bir çöküşteydi. Yerküre hızla yaklaşıyordu. Kumandasının mekândaki delirmişini, son bir gayretle pist başına oturtmayı kıl payı başarmıştı. Savaş pilotluğu göklerini gerektiği gibi yaşayan birinden daha, neyse ki ambargo o gün can alamamıştı.
Eğer iniş takımlarını bir ya da iki saniye önce çıkarmış olsaydı, piste ulaşabilmesi mümkün değildi. Bir ya da iki saniye farkla bazen hayat gönlümüzce, dünya dileğimizce oluyordu! Bazense ne denli özen gösterirsek gösterelim hayat, dost görünen Sam Amca gibi oluyordu.
Pist içinde salimen durduğunda, yangın araçları egzoz kısmından köpük, sıkmaya başlamışlardı bile. Oraları gri bir duman sardı… Yzb. Budan’ın eli kanopi açma şalterine gitti. Kanopi açılmayışı bataryanın tamamen tükendiğini işaret ediyordu. Mekanik kolla fırlatmayı aklından geçirdiyse de etraf kurtarma ekipleriyle doluydu. Fırlayacak kanopi birilerinin üstüne düşebilirdi. Kurtarıcılar kanopiyi dışarıdaki 1RESCUE (KURTAR) yazan yerden açtılar. Ve derhal kokpite merdiven dayadılar.
Yzb. Budan kokpite hızla tırmanmış teknisyen yardımıyla alelacele bağlarını çözdü. Yere ayak basar basmaz olduğu yere yığıldı. Durmuş motorlu bir F-100 uçağını sağ salim getirip indirmek, her pilotun harcı değildi. Şoktaydı. Zira uçağın ana kitabı, on bin fit’e kadar çalıştırılamamış bir uçaktan, illaki atlanılmasını mecbur kılıyordu. 131. Filo Komutanı Yarbay Çobanoğlu, koluna girerek yerden kaldırdı.
O esnada Üs Komutanı Hv. Plt. Tuğgeneral Bakırezen ve Harekât Komutanı Hv. Plt. Kur. Alb. Aktulay da kaza mahalline ulaşmışlardı. Şoklanmış bir cümleyle; “Komutanım, ABD ambargolu Hava Kuvvetlerimize hayat piyangosundan, teknoloji kaçığı bir uçak kazandırdım. Umarım, emrinizi yerine getiremediğim için beni affedersiniz!..”
Baba kartal, yüreğine saldıran duygulara daha fazla dayanamadı. Yavrusunu babaca kucakladı. Şefkatle bağrına bastı. Yaklaşık 1.90’lara varmış boyundan çıkan gür sesiyle; “Emrimi dinlememekle sadece bir uçak değil, bir de babayiğit kazandırdın evlat!” dedi.
Sağlık ekibi ambargolu göklerin hışmına uğramış kazazedeyi, derhal ambulansa aldılar. En yeni tarihli, ithal malı bir yatıştırıcı enjekte ettiler. Amerikan imalatı bir arabayla filoya götürdüler. Morfin sarhoşuydu. Boş gözlerin dolu gülüşleriyle etrafa, sürekli gülümseyip duruyordu.
Beyefendiliğiyle anılan 132. Filo Komutanı, Hava Pilot Kurmay Binbaşı B. Ergüder’e:
“Heeey Aslanım! Bana bir kahve yap!” dediğini, morfin sarhoşluğundan çıktığında öğrendi.
Çaycı askerin yaptığı kahveyi, kendisine bir özenle Filo Komutanının servis ettiğini öğrendiğinde ise utancı bir kat daha arttı. Gerek ailevi gerekse askeri terbiyesine sislenen, yoğun mahcubiyetiyle başını öne eğdi.
Hastane kontrollerine müteakip; dönemin Atış Bombardıman Okulundan gelip geçmiş, hemen hemen her uçucuya öğretmenlik yapmış Hv. Plt. Yzb. M. Özkaya, kendisini Üsse 13 km lojmanına olan bıraktı.
783 kuyruk numaralı savaş makinesi; iki gün içinde motor değişimine müteakip yeniden test uçuşuna verildi. Test uçuşunu ısrarla kendisi yapmak istediyse de;
“Sen bu garibin gene motorunu durdurursun” esprisiyle bir başka meslektaşına yaptırıldı. Makine o gün üsse faal olarak döndü. Gök ustalar elinde, Hava Kuvvetlerine sadakatle Harbe Hazır Av Bombardıman Pilotu yetiştirmeye, metalik ömrünü tüketene dek devam etti.
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…