"İnsan kıyamet günü beş şeyin hesabını vermeden ayağını kıpırdatamaz: Ömrünü nerede geçirdiğinden, gençliği nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve ilmi ile ne amel ettiğinden." (Tirmizi 2416)
Gerçek şu ki, insanın yaratılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir. Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. (İnsan 1.2.3)
Hz. Adem (as) ile başlayan insanlığın devamı kıyamete kadar sürecektir. Adını şanını bilemediğimiz nice insanlar bu dünya âleminden geldi geçti. Her birisi toprak oldu. Kâinat, anılarıyla, yaptıklarıyla, yaşadıklarıyla andığımız, hayırla yâd edip, ardından dua edip şefaat dilediğimiz ve birde unuttuğumuz insanlarla dolu.
Habil ve Kabil’le başlayan mücadelede kimin geride ne bıraktığını dünya bizlere göstermektedir. Peygamberlerin kavimleriyle olan mücadele ve münasebetlerinde de ümmetin kıyamete kadar neyi örnek alacağının darbı misallerini öğrenmekteyiz. Bütün Peygamberleri salat ve selamla anıyor, ashaplarını hayırla yad ediyoruz.
Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulacak (Tekvir 8,9) denilen o zamanın yaşandığı ve böyle bir akıbeti geride bırakanları da kaydediyor bu dünya. İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet (Al-i İmran 110) diyerek taltif ettiği ashab-ı güzin efendilerimizi, dünyayı imar edenleri, yakıp yıkanları ve insanlığı yok edenleri de kaydediyor bu dünya.
Üzerinden yüz yıllar geçmiş ama bu gün gibi taze olan Sahabe-i Kiramı ve İslam düşünürlerini bir hatırlayalım. Ali Kuşçuları, Akşemseddinleri, İbn-i Sinaları, Mimar Sinanları, Gazzalileri, Fatih Sultan Mehmetler gibi birçok inşa ve ihya ordusunu her dönemde onlardan nasıl beslendiğimizi tekrar düşünelim. Bir yandan, Yunus Emreleri, Mevlanaları, Hacı Bayram Velileri, Hacı Bektaşi Velileri, onların öğüt ve tavsiyelerini rehber edindiğimizi unutmayalım. Nice gönül insanı, devlet ve millet adamlarını anıyor, konuşuyoruz. Her birisi bulunduğu zamana, hem de bu günlere hükmetmiş, iz bırakmış, tarih yazmış hazine değerinde insanlar. Bir de insanlığa kan kusturmuş, şehirleri yerle bir etmiş, bütün beldeleri yok etmiş hırs ve kinlerine yenik düşmüş insanlar… Siz daha fazlasını hatırlayın.
Bizler şimdi kendimize bakalım. Gençliğimizle, yaşantımızla, yaptığımız görevimizle, işimizle, malımızla, ilmimizle geriye ne bırakabileceğiz? Kim hakkımızda ne diyecek? Ölüp gittiğimizde arkamızdan ‘’İyi insandı ve görevini çok güzel yapardı’’ diye bütün dünya şahitlik eder mi? Yoksa ‘’Allah Affetsin ama bu adam işini güzel yapmazdı. Hep aksatırdı. Hiçbir zaman zamanında görevinin başında olmazdı’’ mı diyecekler.
Çok adaletli, hakkaniyetli, çalışkan bir insandı mı diyecekler? Yoksa tam tersini mi söyleyecekler. Karun gibi zengindi ama çok cimriydi mi diyecekler.
Çok çalışkan bir insandı. Çokta zengin oldu ve mala mülke kavuştu. Ama bir lokma harama tevessül ettiğini görmedik’’ mi diyecekler, yoksa tam tersini mi söyleyecekler. Çok dürüst ve iyi kalpli bir insandı ve herkese yardımcı olmaya çalışır, hak ve hukuka çok özen gösterirdi mi diyecekler? Yoksa tam tersini mi söyleyecekler. İnsanlarla çok iyi geçinir ve kimse kendisinden zarar, sıkıntı görmemiştir mi diyecekler, yoksa gitti de kurtulduk mu diyecekler?
Ömrünü insanlığa, Kur’an’a, güzel işlere adadı ve öyle bir hayat yaşadı mı diyecekler? Yoksa ömrünü, gençliğini malını, mülkünü kötü yollarda heba etti mi diyecekler?
Geride bıraktıklarımız bizi yaşatmaya devam ediyorsa, işte onlar ölmeyen ruhlardır. Hayatımızın güzelliği hüsnü şahadet belgemizdir. Yâda tam tersidir. Böyle desinler diye yaşamasak da öyle diyecekler. Biz, bizden önce yaşayıp gidenlere öyle dediğimiz gibi… Allah’a emanet olunuz kıymetli kardeşlerim.