MİSAFİR KALEM


MAKALÂT

Melahat Sabancı Yücel


Hacı Bektaş Veli, “Makalat”ında  insanı düşünmeye sevk eden çok güzel bir bölüm var. 

" HZ. Adem cennette iken bir gün sağ yanına baktı; Üç güzel şahıs gördü ve sordu: 

-“Sizin adınız nedir, makamınız nerededir?” 

Birinci şahıs cevap verdi: - “Adım, akıldır. Yerim, başta ve beyindedir.”

İkincisi kendini şöyle tanıttı: - “ Adım, utanma ve hayâdır. Yerim yüzdedir.”

Üçüncüsü de şöyle cevap verdi:  - “ Benim adım da ilimdir.  Makamım da göğüs içindedir.

Bunun üzerine Âdem (as) dedi ki: “Gelin öyleyse, yerli yerinize girin.”

O anda üçü de yerlerine girdiler.  

Âdem (as) rahatladı.

Sonra soluna baktı. Orada da üç kişi gördü; ürperdi ve sordu :

- “ Sizin adınız nedir, makamınız neresidir? Siz ne uğursuz topluluksunuz..”

Onlardan birisi: “Adım öfkedir. Yerim baştadır; beyindedir.”

Âdem (as) karşılık verdi: “ Baş, aklın yeridir. Senin başta, yerin yoktur.”

“ Ben gelince akıl gider,” dedi öfke.

İkinci şahıs da: “ Benim adım tama’ (açgözlülük) dır. Yerim ise yüzdür.

Hz. Âdem (as) cevap verdi: “Yüz tamamen utanma ve hayânın yeridir;  senin yüzde, yerin yoktur.”

O şahıs cevap verdi: “Ben gelince de, utanma ve haya gider.”

Üçüncü şahıs kendini tanıttı; “Adım haset (kıskançlık)tır; yerim göğüs, yani gönüldedir.”

 

“Göğüs ilim yeridir; senin orada yerin yoktur” dedi Âdem (as).

O kişi de: “Ben gelince ilim gider” diye cevap verdi. 

Toprak, hava, su ve ateşten  yaratıldı insan evrendeki her şey gibi lâkin bugün ne insan eski insan ne doğa eski doğa. Denge bozuldu. İçindeki "daha" diyen sesi susturamayan hırslarına yenik düşen, özünü kaybeden insanın kimyası bozuldu. Kimyası bozulan insan da doğanın dengesini bozdu. 

Ateşin yakıcılığı, suyun taşkınlığı toprağın azameti, atmosferin binbir yüzü  ile karşı karşıyayız artık. İlmin rehberliğini terk etmeye devam ettikçe kendi kendimizi imha edeceğiz, bundan kaçış yok.

Urfa'da yaşanan sel felaketi sonrasında bir Urfalı bize şunları anlatıyor. "Urfa'nın tam göbeğinde kenti ikiye bölen Karakoyun deresi vardı bir zamanlar. O derenin üstünde de Karakoyunlu Devleti zamanında  yapılmış gerdanlık gibi üç tane tarihi köprü bulunurdu. Yaklaşık 50 metre derinliğinde,100 metre genişliğinde ve 3-5 kilometre uzunluğunda bir yerden söz ediyoruz. Yaz kış şırıl şırıl akar, Urfalılar boş zamanlarını burada geçirirdi. Dere ıslah edilecekmiş, Ankara'dan 160 milyon para gelmiş dediler.  Eskişehir'deki gibi bir kanal olacak diye hayal ettik, pek sevindik ama öyle olmadı. Belediye Başkanı Halil Çelik döneminde dere birden betonla kapatıldı, üzerine iş hanları ve dükkanlar yapıldı. Yapılan onca itiraz fayda etmedi, büyük yerlerde büyük abileri vardı bildiklerini okudular.  Derenin çevresinde büyük palmiyeler vardı.  Böcek yapıyor diyerek bir günde kesildi güzelim ağaçlar, yerlerine plastik ağaçlar dikildi, birileri zengin edildi, belli ki. Tarihi köprüler mi dediniz, izini gören yok şimdi.

Bununla da kalmadılar. Şehrin tam girişinde içinde Urfa'nın kurtuluşunu simgeleyen bir abide bulunan Abide Kavşağı vardı. O meydanın yanından da Cavsak Deresi geçerdi. Derenin etrafı çay bahçeleri ile çevriliydi. O meydanın ve derenin üstüne "Yüzyılın Projesi " denilerek çoklu üst geçit yapıldı, şaşalı bir törenle açıldı. Bugün can pazarı yaşanan yer, işte o yerdir.

Bu kadar mı? Tabi ki değil. Urfa'nın Diyarbakır çıkışında Karaköprü denen Nar bahçeleriyle ünlü şirin kendi halinde 20 40 haneli bir köy vardı. Müteahhitler orayı keşfetti, birden büyüdü 500.000 nüfuslu ucube bir yerleşim yerine dönüştü. 

Bugünkü felaketin odağındaki üç bölge işte bu üç bölge. 

Böyle diyor Namık Diktepe. Ben onun yalancısıyım.

Tanıdık geldi mi? Bugün Urfa, Adıyaman, Hatay ya yarın???

Başımıza gelen her felakete hep beraber şaşırıyor bir neden arıyoruz. Türkiye’nin yüzde doksanı deprem bölgesi ama bu gerçekle barışamadık bir türlü, refleksimiz Ortadoğu refleksi hâlâ. 

Üstüne basa basa Türkiye iklim değişikliğinin ortasında, tedbir alınmazsa ani sel baskınları olacak, ağaç dikmeliyiz, erozyonun önünü ancak böyle keseriz dedi uzmanlar duyan oldu mu? Kuraklık  geliyor, daha çok üretmeliyiz,  kıtlık geliyor tedbir almalıyız dediler, tedbir alan oldu mu?  Bugün tek avuntumuz savas halindeki Ukrayna'nın ürettiği tahıla koridor açmak. Oysa daha dün tahıl ambarıydı ülkemiz, ne oldu diye soran var mı?

Olan şu; tamahkârlık, aç gözlülük, aymazlık ve koyu bir cehalet çepeçevre  sardı dört yanımızı, lanetlendik. Ruhlarını şeytana satanlar, biraz daha fazlasına sahip olmak uğruna "utanmayı" unuttular. Unuttukça servetleri katlandı. Servetleri katlandıkça arsızlaştılar. Bir avuç haramzadenin elinde inliyor masumlar...

En kötüsü de sebep olanlar hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmiyor,  hiçbir ders çıkarmıyorlar. Aynı umarsızlık, aynı aymazlıkla yollarına devam ediyorlar. Bizler de elimiz kolumuz bağlı sessizce izliyoruz olup bitenleri.  Bir gün altın madeni çıkarmak için toprağımızı zehirliyor, dogamızı katlediyorlar, susuyoruz. Başka gün ırmaklarımıza gem vuruyor suyu ısıtıyor, balıkları yuvalarından ediyorlar görmezden geliyoruz. Denizi dolduruyorlar gözümüzün önünde, umursamıyoruz. Biz sustukça onlar arsızlaşıyor.

Zerre aklı olan bindiği dalı keser mi? Kesiyorlar, doymaz bir iştahla kesiyorlar. 

Doğa ile girdiğimiz bu savaşı eninde sonunda kaybedeceğiz, bundan kaçış yok.

Doğa çığlık çığlığa kendinden çalınanı geri alıyor hepsi bu. Biz mi, biz dilsiz şeytanlar üzgün gözlerle izliyoruz olup biteni. 

Her yer suç mahalli artık bir Sezen şarkısı gibi "Masum değiliz hiçbirimiz..." Oysa "eşref- i mahlukat" tı insan. İnsanlık onuruna, şeref ve haysiyete ne oldu? 

 Hacı Bektaş Veli,  öfke geldi mi akıl gider, diyor.  Çağımıza hakim olan dil, öfkenin dili. Eskisinden çok daha öfkeliyiz artık. Kimsenin kimseye dinlemeye tahammülü yok, kimsenin sabrı yok, hoşgörüsü yok. Hiç olmadığı kadar kutuplastık.  "Ne söylüyor?" dan önce "Kim söylüyor?" diye soruyor insanlar, cümlenin dogrulugunun bir değeri yok. Merak ettiği tek şey var;  "Benden misin? "Öteki" isen dinlemeye gerek yok. 

Çatışmalar, kavgalar bitmeyen öfke ve kin...

Ne uğruna? 

Tarihe nasıl bir damga vurmak üzereyiz? 

Yaşadığımız felaketler de birleştiremeyecekse bizi ne vakit birleşeceğiz? 

Aklımızı başımıza almazsak bu öfke, bu hırs bizim sonumuzu getirecek.  kaybedeceğiz. Çözüm mü???

Ingmar Bergman'a sormuşlar "Gidişat çok kötü, dünyayı ne kurtarabilir?" 

Şöyle cevap vermiş:" Utanmak, dünyayı utanç kurtarabilir, yalnızca."  Evet utanmak. Utanmak yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmek demektir. İnsanın insan kalan yanıdır utanmak. 

Oysa utanmayı "utanılacak" bir şey olarak görüyor artık insanlar ne tuhaf. sorumluluğun ağır yükünden kaçanlar bütün pişkinlikleriyle dolanıyor aramızda. Bu arsızlar,  dünyasında hâlâ yüzü kızarabilen, başını öne eğen insanlar da var. Sadece kendi yaptığı için değil, başkalarının yaptığı şey için başkaları adına utanabilenler ise birer mücevher. 

Hacı Bektaş Veli'nin dediği gibi taşları yerine koymak yaratılış ayarlarına geri dönmek gerek. Yitirdiğimiz değerleri yeniden hatırlayıp aklın ve bilimin ışığında  geleceği inşa etmek zorundayız, yarın çok geç olmadan.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593