YAHYA CUMHUR TAPÇI


Ramazan mı Gelmiş… Hoş Gelmiş Sefa Gelmiş…


Ramazan, bizim 1400 küsür yıldan bu yana her yıl misafirimiz olan bir ay… Biz, yüz yıllar boyu bu önemli misafiri ağırlamak için çok öncelerden hazırlıklara başlardık bir zamanlar... Misafir ağır misafir olunca onun ağırlanması da diğer misafirlere göre daha özenli olmalıydı değil mi? Bu misafir eli boş gelmez; sevgi, anlayış, rahmet, bereket, sabır ve hoş görüsüyle gelir, hane sahiplerinin gönlüne huzur, evlerine bereket getirirdi. Son yıllarda, sosyal yapımızdaki bozulma nedeniyle yılda bir kapımızı çalan misafirimizin gelişini de çat kapı olarak algılamaya başladık.  Son yıllarda, iki ay evvelinden geleceğini açıkça ilan eden Ramazan için bizim bir hazırlığımız oldu mu? 

Eski Ramazanlarda, evlerimizde bir hareketlilik başlar, coşku ve heyecanla herkes bir şeylerin ucundan tutmaya çalışırdı. Ev hanımları bu hazırlığı kolaylaştırmak için komşularıyla da iletişime geçer, el birliği, iş birliği oluşturur ve sosyal dayanışmanın en güzel örneklerini verirlerdi. Ayrıca bu hareketlilik çocuklarda bir merak ve öğrenme içgüdüsünü geliştirir ve onlar da hazırlıklara ortak olurdu. Yufkalar, lokumlar, börekler, çörekler hazırlanır; komşular hazırladıkları bu yiyecekleri birbirleriyle de paylaşırdı. Kibirlenme, böbürlenme ve ikramı, hediyeyi geri çevirme gibi olumsuz bir davranış asla olmazdı. En zengininden en fakirine, kültürlüsünden cahiline bütün komşular eşitti… Aynı sofrada birbirlerini misafir eder ikramda bulunur, aynı saflarla evlerde ve camilerimizde omuz omuza birlik ve beraberlik mesajları verilirdi… Küçük çocuklar “tekne orucu” ile alıştırılır, Ramazan ayının özelliği, orucun önemi, iftar sofralarıyla zirveye ulaşırdı. Bütün aile misafirlerle birlikte sevgi, saygı, hoşgörü ve sabır örneğini birlikte paylaşarak Ramazan ayının bereketini yaşamış olurlardı. Sadaka dağıtma, fitrelerin verilmesi, hatta zekâtların bile bu ayda verilme geleneği olur ve yapılan yardımlar bu ayda diğer aylara göre daha da fazlalaşır, fakir fakirliğini el aleme ilan etmez, zengin de yardımının reklamını yapmazdı.

Camilerimiz de Ramazan’a hazırlanırdı. Temizlikler yapılır, mukabele için okuyucu ve takip ediciler birbirleriyle iletişime geçer ve her camide bu gelenek devam ettirilirdi. Merkez camilerin mahyaları yakılır, sevinçler ilan edilirdi. Cemaat, vaizlerin sohbetlerini can kulağıyla dinler, günlük hayatında yaşamaya çalışır, birbirlerinin eksiklilerini tamamlar ve yanlışlıklarını düzeltme imkânı bulurdu. Teravih namazları önemsenir, müezzinlerin okudukları ilahi, kaside ve dualarla cemaat sonsuz bir huzura kavuşur, kendileri de bu ilahilere ortak ederdi kendini. Bir huzur ve huşu havası vardı namazlarda. Arka saflarda yaramazlık yapan çocuklar uyarılır ve fakat onlar yine de yaramazlıklarına devam ederdi. Namaz sonunda aileler kendi çocuklarını bu konuda uyarır cami adabını öğretmeye çalışırdı. Bir kısım insanlar her akşam başka camilerde teravih kılmayı gelenek haline dönüştürür, birkaç kişi olarak birlikte bütün camileri dolaşır oradaki insanlarla da tanışır, danışırdı. Yoksullar, ihtiyaç sahipleri de böylece kolaylıkla tespit edilirdi. Misafir yolcular iftara götürülür evlerde ağırlanır, bir de yollukla uğurlanırdı. Evlerimiz, sokaklarımız sanki birer okuldu. Büyükler büyüklüğünü, küçükler de küçüklüğünün farkındaydılar. 

Bu gün, ne mahallelerimizde bir hareketlilik var ne de komşu kadınlarının hararetli birliktelikleri. Kenar mahallelerden gelen kısık sesler, çabalar da sona erme eğiliminde… İçi boş birliktelikler maalesef kısa vadeli oluyor. Artık evlerimizde Ramazan hazırlıkları yapılmıyor. Mahalleleri apartmanların hücrelerine hapsettik, her hanenin kapısına çelik kapılar vurduk ki kimse kimseyle görüşmesin diye… Tıpkı özgür(?) mahkûmlarız… Kapı anahtarları bizim elimizde olan cezaevlerinde oturuyoruz hepimiz. Evimizde pişen bir çorbayı, tatlıyı, yemeği komşumuzla paylaşmıyor, eş, dost, arkadaş, hısım ve akrabalarımızı iftarımıza davet etmiyor, birbirimizden haberdar bile olmuyoruz…  

Ramazan gelmiş bana ne…”  diyen hiçbir kişi yoktu eskiden. Şimdi… Müslümanım, diyenlerin bile umurunda değil. Gerekli gereksiz bahanelerle oruç tutmayan çokça insan, çocuklarına kıyamayıp(!) oruç tutturmayan anne babalar, oruçlulara inat gözlerine sokarak yiyenler, nedense her kanalda yemek programları var. Teravih namazlarında hıza dikkat ediliyor, aralarda ilahi, gazel ve dualar okunmuyor. Çocukların gürültüsü, koşuşturmaları, büyüklerin konuşmalarıyla huşunun yok oluşu ne imamların ne anne babaların ne de cemaatin umurunda… “Emri maruf ve nehyi anil münker”, (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak.) anlayışı kalmamış. Camilerimiz artık eski havasında değil. Nüfusumuz artmasına rağmen cemaatimiz azalmış. Ramazan’ın ilk günlerde kısmen dolan camiler bir hafta sonra yarıya, ardından üç beş safa kadar düşmeye başlıyor. Uyanık(?) Müslümanlar sayesinde Kandil geceleri, Cuma ve bayram namazlarında camiler dolup taşıyor, yer bulunamıyor. Yerel yönetimler ve TV’lerdeki Ramazan programları samimiyetten uzak…  

Bunca yitiklerimizle birlikte yeni bir Ramazan ayına kavuştuk. Layıkıyla değerlendirmeyi Alla(cc)’tan niyaz ediyorum. Bayram namazıyla uğurladığımız Ramazan’ı on bir ay daha da hatırlamazken, kısmen de olsa kendimizde oluşturmaya çalıştığımız çeki düzen kaybolup gidiyor. Nerde o eski Ramazanlar, demeyeceğim. Yenilerin hangisi bize ait, bizi mutlu ediyor ki… Bir, Müslüman olarak nice Ramazanlar gördük geçirdik: Ne öğrendik, ne olduk, ne yaptık, sorusunu kendimize sorarak derin bir tefekküre dalmalıyız. Bir sonraki Ramazan’ı kim görür kim görmez kim bilir… 05.03.2024

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593